Kozmik korkunun babası H.P. Lovecraft’tan kalanlar – Özlem Ertan*
14/02/2020Çok eskiden, dünya henüz genç bir gezegenken, yıldızlardan “tanrılar” gelmiş ve hem karada hem de denizde kentler kurmuşlardı. Bu yaratıkların hiçbiri insana benzemiyordu. Aksine “tuhaf” biçimleri ve dilleriyle insanda dehşet uyandıracak yapıdaydılar. Yerküredeki kara parçalarının dizilimi şiddetli yer hareketleri sonucu değiştiğinde, bazı kentleri okyanusa gömüldü ve “kadim uzaylılar” suyun altında derin uykuya daldılar. Yıldızlar uygun konuma geldiğinde uyanmak ve insanlarla yeniden rüyalar vasıtasıyla iletişime geçmek üzere suskun kaldılar.
Lovecraft’ın bütün eserleri
Edebiyatla, özellikle de korku yazınıyla ilgili olanlar yukarıda anlattıklarımın Amerikalı yazar Howard Phillips Lovecraft’ın kurgu evrenine ait bulunduğunu fark etmişlerdir. Çoğunlukla adının kısaltılmış haliyle H.P. Lovecraft olarak anılan yazar, pek çoğu ‘Weird Tales’ dergisinde yayımlanan öyküleri ve kısa romanlarıyla korku edebiyatını ve kendisinden sonra gelen yazarları en çok etkileyen isimlerin başında geliyor. H.P. Lovecraft’ın edebiyata en büyük katkısı ortaya koyduğu “kozmik dehşet”tir kuşkusuz. Onun hikâyelerinde geçen konular ve uzaylı ırklar orijinaldir.
Eğer H.P. Lovecraft’ı tanımak, dünyasına nüfuz etmek istiyorsanız yazarın eksiksiz külliyatını okuma imkânına sahipsiniz. Zira Alfa Yayınları, Hasan Fehmi Nemli’nin çevirisiyle yazarın öykülerini ve romanlarını iki ayrı ciltte topladı. Bu derleme Lovecraft’ın tüm yapıtlarını, hepsine kolayca erişebilecekleri şekilde kütüphanelerinde bulundurmak isteyen korku okurları için de ideal.
Kütüphane başında geçen çocukluk
1890’da Amerika Birleşik Devletleri’nde, Rhode Island, Providence’da doğan H.P. Lovecraft’ın zor bir yaşamı olmuştu. Ciddi bir psikolojik rahatsızlıktan mustarip olan babası akıl hastanesine kaldırılınca annesiyle beraber, büyükbabasının evine yerleşti. Edebiyatla erken yaşlarda kurduğu yakın ilişkinin itici güçleri arasında, dedesinin evindeki geniş kütüphanede okuduğu, pek çoğu mitolojiyle ilgili kitaplar da bulunuyordu. Küçük yaşlarda şiir yazmaya başlayan ve başta astronomi olmak üzere bilime de ilgi duyan Lovecraft’ın annesi, oğlunu kız çocuğu gibi giydiriyordu. Babası, hastaneye yatırıldıktan beş sene sonra vefat etti. Belli ki tüm bunlar yazarın ruhunda derin yaralar açtı. Zira bir hayli naif ve hastalıklı bir çocuktu. Dedesinin vefatı Lovecraft için tam bir yıkım oldu. Zira hem en büyük destekçisini ve onun sunduğu maddi imkânları kaybetmiş hem de ruhsal anlamda sağlıksız olan annesiyle baş başa kalmıştı. Sinir bozukluğu sebebiyle üniversiteye gidemediyse de kendini iyi yetiştirdi ve tıpkı öykülerindeki çoğu karakter gibi münzevi bir yaşam sürdü. Evine kapanır, okur ve yazardı.
Cthulhu mitosunun habercisi
Bir dergi için kaleme aldığı makaleyle dikkat çekince 1914’te edebiyat çevresine girdi. 1917’de yazdığı, 1919’da yayımlanan ‘Dagon’ adlı öyküsü, sonraki yıllarda yaratacağı ‘kozmik dehşet’ evreninin ilk adımı, habercisidir. Bu hikâyede tehlike altındaki gemisinden çıkıp sandalla yol alan denizci, varlığından haberdar olmadığı bir kara parçasına çıkar ve burada yarı balık yarı insan yaratıkların resmedildiği, tuhaf yazılar içeren bir dikilitaş bulur. Akabinde karşısına pullarla kaplı korkutucu bir yaratık çıkar. Her ne kadar içine düştüğü dehşetten kurtulsa da yaratık onunla rüyalarında iletişim kurmaya ve hayatını zindana çevirmeye devam edecektir.
Bu arada Lovecraft’ın annesi de bir zamanlar babasının yattığı akıl hastanesine kaldırılır ve 1927’de orada hayatını kaybeder. Yazarın sonraki hayatı, geçimini yazarak sağlamaya çalışmakla ve ruhsal sorunlarıyla mücadele ederek geçer.
Lovecraft’ın özgün mitolojisi
Lovecraft’ın öykülerinde ve kısa romanlarında ele aldığı konulara baktığımızda eski çağlarda uzaydan gelen “kozmik dehşet”in ve kötücül varlıklara hizmet eden gizli tarikatların ön plana çıktığını görürüz. Lovecraft’ın kendine özgü bir mit yarattığını söylemek kesinlikle abartı olmaz. Onun “uzaylı tanrılar” evreni başlı başına bir mitolojidir ve bunu en iyi ‘Deliliğin Dağlarında’ adlı kısa romanından ve ‘Cthulhu’nun Çağrısı’ öyküsünden öğreniriz. ‘Deliliğin Dağlarında’da bilimsel araştırma için Antarktika’ya giden bilim insanlarının başından geçenler anlatılır. Bölgede tek hücrelilerden bile eski zamanlara ait gelişkin yaşam kanıtları tespit eden ekip üyelerinin çoğu vahşice öldürülür. Bunlardan iki tanesi ise dağın tepesinde “kadim uzaylılar”a ait milyonlarca yıllık bir kent bulur. Uzaylıların henüz çok genç bir gezegenken ve üzerinde yaşam yokken dünyaya yıldızlardan nasıl geldikleri ve sonrasında olanlar şehrin duvarlarına işlenmiştir. “Yüce Eskiler” olarak adlandırılan bu uzaylılar kendilerine hizmet etmek için “Shoggoth” denen varlıklar üretirler. Ancak “Shoggoth”lar zaman içinde bilinç kazanmış ve efendileri için tehlike haline gelmişlerdir. Peki, tüm bunlar kadim uzaylı kentini bulan bilim insanlarını nasıl etkileyecektir?
Lovecraft, ‘Cthulhu’nun Çağrısı’ öyküsünde ise okyanusun derinliklerine gömülen kentinde uyumakta olan ejderha ve ahtapot karışımı ürkütücü uzaylı yaratık Cthulhu’nun uyanışını anlatır. Cthulhu’ya tapan ve binlerce yıldır kendini gizlemeyi başarmış gizemli tarikatlar vardır ve bunların amacı yaratığı uyandırmaktır. Bu arada yıldızların uygun konuma gelmesi neticesinde Cthulhu insanlarla rüyalar aracılığıyla da iletişime geçer.
Müziği de etkiledi
Yapıtlarını çeşitli dergilerde yayımlatan Lovecraft’ın hiçbir kitabı sağlığında basılmadı. 1937’de kanserden ölümünden sonra Archam House adlı yayınevi onun tüm eserlerini yayımladı. Öyküleriyle Rock ve Metal müzik gruplarına da ilham veren Lovecraft’ın ‘Cthulhu’nun Çağrısı’ öyküsü Metallica’nın enstrümantal eseri ‘The Call of Ktulu’nun doğumunu sağlamıştır. Metallica grubu, ‘The Thing That Should Not Be’ ve ‘Dream No More’ şarkılarını da Lovecraft’tan aldıkları esinle besteledi. Pek çok romanı ve öyküsü sinemaya uyarlanan Lovecraft, aralarında Stephen King ile Dean Koontz’un da olduğu popüler korku yazarlarının ilham kaynağı olmayı sürdürüyor.
* Özlem Ertan’ın bu yazısı, Evrensel Gazetesi‘nde yayımlanmıştır.