Ersin Umut Güler: Tiyatrolardaki sansür meselesi oto-sansüre dönüştü | Söyleşi
30/06/2020Yolcu Tiyatro kurucusu ve Tiyatro Kooperatifi yönetim kurulu üyesi, yönetmen ve oyuncu Ersin Umut Güler ile tiyatrocuların ve tiyatroların mevcut durumundan pandemi sürecinde yürüttükleri çalışmalara, tiyatroların iktidar tarafından maruz kaldığı baskılardan tiyatro kooperatifine ve bizi yeni sezonda bekleyen sürprizlere kadar birçok konu üzerine konuştuk. Keyifli okumalar dileriz.
Hazırlayan: Ahmet Kavruk
-Öncelikle sizi ve Yolcu Tiyatroyu kısaca tanıyabilir miyiz?
İstanbul doğumluyum, 2003 yılından beri aralıksız olarak profesyonel tiyatro yapıyorum. Eskişehir Anadolu Üniversitesi Devlet Konservatuvarı Tiyatro-Oyunculuk bölümü mezunuyum. Tiyatroda oyunculuk ve yönetmenlik, sinemada oyunculuk yapıyorum. Kısaca böyle.
Yolcu Tiyatro, 19 Mart 2013 tarihinde ilk oyununun prömiyerini yaparak kuruldu. 2012 yılının sonunda da provalara başladık. İlk oyunumuz; çok sevdiğim bir metni olan Kapıların Dışında, Alman yazar Wolfgang Borchert’inyazdığı bir oyundu. Hatta bu oyunu -7 yıl sonra- bu sezonun başında yeniden oynamaya başladık. Cenk (Dost Verdi) hariç oyuncu kadrosu değişti. Oyunun prodüksiyonu da değişti tabi. Savaş karşıtı bir metin. Savaşın birey ve toplum üzerindeki yıkıcı etkilerini anlatıyor. Oyunu dijital görüntü teknolojisi; 3D mapping kullanarak sahneledim ve hikayemiz böyle başlamış oldu. Çevre Tiyatrosu’nda prömiyer yaptık ve daha sonra oyunu oynamaya devam ettik.
2014’te Karanlığın Ötesinden Gelen Sesler oyunu, 2016’ta Joko’nun Doğum Günü, 2017’de Kürklü Venüs’ü çıkardık.
-Yolcu Tiyatro kaç kişi yola çıktı ve nasıl ilerledi?
Aslında ilk oyun için 5-6 kişi yola çıktık. Ekip zamanla genişledi. Kalabalık oyuncu kadroları ve prodüksiyon, prova aşamalarındaki ihtiyaca göre sayımız arttı.
İlk oyunumuz çabuk duyuldu ve arkası geldi. Güzel bir yolculuk oldu. Video mapping gibi teknikler kullanmamız basında ve tiyatro camiasında ilgi çekti. Bu sezon pandemi öncesi devam eden 3 oyunumuz vardı. Festivallere ve turnelere gidiyor, seyirci bulabileceğimizi düşündüğümüz her yere götürmek istiyoruz oyunlarımızı.
-Yolcu Tiyatro, toplumsal sorunlara değinen oyunları sahneye taşıdı. Siz kendinizi nasıl tanımlıyorsunuz?
Toplumsal meselelerden bireyin sancılarıyla ilgili dertlere kadar söyleyeceklerim var ve hayata böyle bakınca doğal olarak sanatsal üretiminde fikrinin, felsefenin, hayata bakışının bir yansıması oluyor. Tabi burada temel mesele bence ‘nasıl yaptığımız’ meselesi. ‘Nasıl yaptığımızı’, ‘hangi estetik biçimle’ yaptığımızı çok önemsiyorum. Bu yüzden de her oyunda farklı estetik formlar deniyorum. Mesela Joko’nun Doğum Günü’nde görüntü teknolojisi kullandık ama başka bir yapım ve anlatım diliyle kullandık. İllüstrasyonlar vardı. Sahnelediğimiz her oyunun farklı bir dili var. Durağan olmayan, iyi yaptığını düşündüğünü tekrar tekrar sunmayan, dinamik bir yapıyız Yolcu Tiyatro olarak.
“Yolcu”luk şöyle bir hikaye. Yolda olmak, sürekli devingen, hareket halinde olmak, bir geçtiğin yerden yine geçmek ama başka bir zamanda başka bir haleti ruhiyeyle… Oraya bir de başka türlü bakmak… Yeniyi denemek, yeniden denemek, değişimi, gelişimi keşfetmek… Bu hallerimiz hem sanatsal hem de düşünsel süreçlerimizin dinamiğini oluşturuyor.
Yaptığımız işi dar bir çerçevenin içine sokmak istemiyorum. Bütün sanatsal işler politik aslında. Politik olmamayı tercih etmekte politik bir tavır. Seyircilerin düşünsel süreçlerini harekete geçirmeyi, yeni estetik biçimlerle tanışmasını öncelemeden üretimde bulunuyorsanız bu da politik bir tercihtir. Yolcu Tiyatro, şöyle bir tiyatrodur, böyle bir tiyatrodur diye cümlelerle tanımlama yapmıyorum. Tiyatro hep arayış içinde. Bu yüzden “biz bunu iyi yapıyoruz ve buradan devam edelim” diyen bir yerde değilim ya da her hangi bir toplumsal meseleye dayanırsan oyuna çok seyirci gelir diyen bir yerden bakmıyorum sanata.
-Bu durumun yarattığı bir avantaj ya da dezavantaj oluyor mu?
Politik olarak lafımızı, sözümüzü söylüyoruz. Olumsuzluklarla karşılaştığımız zaman bu durumdan çok olumlu ya da çok olumsuz etkilendik gibi bir açıdan bakmadım gelişmelere. İnsanların seni dar bir kalıba sokmasına izin vermeyeceğin bir nokta var. Yetkinlik sağladığında birileri seni istediği kadar dışarıda tutmaya çalışsın sen orada kendine alan bulabiliyorsun. İşini iyi yaptığında da kapılar bir şekilde açılıyor bütün engellemelere rağmen.
-Tiyatrolar, sanatın eleştirel gücünün etkisiyle de iktidarlarla hep sorun yaşamışlar. Sizin hakkınızda sosyal medya paylaşımlarınızdan dolayı davalar açıldı ve ceza verildi. Yolcu Tiyatro’da beraber çalıştığınız Cenk Dost Verdi’ye de sosyal medya paylaşımlarından dolayı dava açılmış ve 2,5 yıl ceza verilmişti. 11 ay cezaevinde yattıktan sonra denetimli serbestlik ile tahliye edildi.
İktidarın sanatçılara yönelik baskıcı tutumunu nasıl değerlendiriyorsunuz? Özel bir tiyatro olmanın daha geniş bir özgürlük alanı sağladığı söylenebilir mi yoksa tam tersi mi geçerli?
HAGB(Hükmün Açıklanmasının Geri Bırakılması) ile ertelenen bir davam oldu. Ayrıca istinaf sürecinde olup Yargıtay yolu açık olan başka bir davam devam ediyor. Cenk’in de ayrıca devam eden başka bir davası var.
Sansür meselesi oto-sansüre dönüştü
Soruya gelecek olursam; mevcut iktidar önce kurum tiyatrolarından başlayarak süreci dizayn etmeye başladı. Devlet Tiyatroları ve farklı kentlerdeki Şehir Tiyatrolarının repertuarlarının belirlemesinden, sahne üstündeki sanatçıların kostümlerinin etek boylarına karışılmasına, oyunlardaki repliklere kadar müdahale edildi. Bu durum önce bir sansür meselesi olarak ortaya çıktı ama sonrasında maalesef daha da tehlikeli olan oto-sansüre dönüştü. Bu noktada özel tiyatrolar daha bağımsız bir yerde duruyor ancak oto sansür özel tiyatroların üretim süreçlerinde de kendini gösterebiliyor. Sinema ve TV sektörüne müdahaleler oluyor yıllardır. Özel tiyatroların oyunları yasaklanıyor. Örneğin; bir vali onlarca şehirde oynanmış bir oyunu, turne kapsamında gittiği bir şehirde kendi keyfine göre bahaneler yaratıp ‘Oynanmayacak‘ diyerek yasaklayabiliyor.
Birçok özel tiyatro 2013’te Gezi’ye destek verdiği için o zamana kadar Kültür ve Turizm Bakanlığından aldıkları maddi desteği o tarihten itibaren alamaz oldu. Aralarında köklü, tanınmış tiyatrolarında olduğu tiyatrolar zaten bir oyun çıkarmak için bile yetersiz olan bu desteği artık alamıyor. Dünyanın gelişmiş ülkelerinde tiyatroyu devletler, yerel yönetimler, özel sektör destekler ancak bizde sadece bakanlığın dağıttığı ve yetersiz tek bir kaynak var özel tiyatrolar için.
‘Kırıntılar’ halinde olan demokrasi dibe vurdu
Toplum ve kurumlar üzerindeki baskının artmasıyla sosyal ve siyasal alandaki sıkışma çok geniş bir kesimi etkiliyor. Zaten ‘kırıntılar’ halinde olan demokrasi dibe vurmuş durumda. İnsanlar yan yana durabilecekleri alanlara yöneliyorlar. Bu alanlardan biri de tiyatrolar oldu. Çok sayıda konservatuvar mezunu ve tiyatrocu var, -bizim de aralarında bulunduğumuz- çok fazla yeni ve dinamik ekip kuruldu. Bu durum Türkiye Tiyatrosu için olumlu bir etki yaratıyor.
Toplumdaki bu sıkışma halinden kaynaklı insanlar demokratik, insani isteklerini ve tepkilerini dile getirmek için sokakta bir araya gelemiyor, sosyal medyada yazacağı bir şeyi kırk kez düşünüp yazmıyor ya da cümlelerini yumuşatarak yazmak zorunda kalıyor… Bu baskıyı seyircilerin yaşadığı gibi biz de yaşıyoruz sahnedekiler olarak. Tiyatroya gelince insan şöyle düşünüyor sanki içten içe; “Tiyatrodayım ve sanattan zevk alan insanlarla birlikte oyun izliyorum, bu oyunu sahneleyenler var.” Bu durum daha doğrusu bu kültür, oyunun toplumsal sorunlara değinip değinmemesinden bağımsız olarak seyirciyi motive ediyor. Beni de aynı şekilde… Sahnedeyim, karşımda seyirci var ve etkileşim halindeyiz. Olmaktan mutluluk duyduğumuz bir yerdeyiz, beraberiz, yalnız değiliz.
Tiyatro insanlara nefes alma alanı oldu
Tiyatro bir nefes alma alanı aynı zamanda, sanatın ve tiyatronun tüm işlevlerinin yanı sıra. Örneğin; II. Dünya Savaşı’ndan sonra ilk açılan yerlerden birinin tiyatrolar olması bunun tarihsel göstergelerinden. Başka bir tarihsel örnek verecek olursam; Bosna Savaşı sürerken savaş sırasında insanlar bir tiyatrodalar ve yukarıdan bombalar yağıyor. Oyuna yaklaşık olarak yarım saat ara veriliyor. Ne seyirciler ne de oyuncular salonu terk etmiyorlar sonrasında ise oyuna devam etme kararı alıyorlar hep beraber. En zorlu koşullarda bile insanlar sanat sayesinde nefes alabiliyor. Bizde de bütün bu sebeplerden dolayı özel tiyatroların yükseldiği bir dönemdeyiz. Özel tiyatroları olumsuz etkileyen kritik durum ise ekonomik yetersizlik. Biz bunun ağırlığını geçtiğimiz sezonun başında Ekim ayı itibariyle hissetmeye başlamıştık ve pandemi süreci ile birlikte ekonomik durum bizi daha derinden sarsmaya devam ediyor.
-Koronavirüs salgınından en çok etkilenen alanlardan birisi kültür sanat çalışmaları oldu. Turneler, oyunlar, festivaller iptal edildi. Tiyatro camiası, dekorcusundan kostümcüsüne, senaryo yazarından yönetmenine ve oyuncusuna kadar on binlerce işçiden oluşan büyük bir aile.
Özel tiyatrolar, “normal zamanda” dahi birçok engele rağmen ayakta durmaya çalışıyorken bu koronavirüs sürecini nasıl atlatacağınızı düşünüyorsunuz ve bunun için ne gibi çalışmalar yürütüyorsunuz?
Mart-Nisan aylarında planlanmış toplam 20 oyunumuz vardı, 27 Mart Dünya Tiyatro Gününden dolayı festivaller yapılıyor. Biz de birçok festivalden davet almıştık ama koronavirüs salgını çıkınca hepsi iptal edildi. 26 Mart’ta Berlin Tiyatro Festivalinde Kürklü Venüs’ü oynayacaktık ancak festival ertelendi. Mayıs, Haziran aylarını da düşündüğümüz de yaklaşık 35 oyunumuz iptal oldu. Kültür sanat alanı bu süreçte neredeyse tamamen durdu ve biz de bu süreci nasıl atlatabileceğimizi, neler yapabileceğimizi düşünmeye başladık. Pandemi sürecinde bizim gibi emeği karşılığında günlük kazanarak yaşamını devam ettirmeye çalışan pek çok sektörde olduğu gibi bizde tiyatrocular olarak bir anda ortada kaldık.
Tiyatro Kooperatifi yönetim kurulundayım. Tiyatro Kooperatifi geçen sene 26 Haziran tarihinde 32 tiyatronun bir araya gelmesiyle İstanbul’da kuruldu. Ondan önce de yaklaşık bir sene kadar kooperatif girişimimiz devam etti. Yolcu Tiyatro olarak ilk gününden beri aktif olarak kooperatifin çalışmalarının içindeyiz. Pandemi süreci başlayıp tiyatrolar kapanınca kooperatif olarak Kültür ve Turizm Bakanlığının davetiyle alandaki bazı kurumlarla birlikte görüşmeye davet edildik. Tiyatrolar kapandıktan hemen sonra 14 Mart’ta bir görüşme yaptık. O görüşmede bakan, bakan yardımcısı, oyuncular sendikası, Devlet Tiyatroları müdürü hep birlikte bir toplantı gerçekleştirdik. Toplantıda süreci değerlendirip özel tiyatrolar olarak taleplerimizi dile getirdik. Hibe ve destek taleplerimizi dillendirdik. Bu toplantıdan sonra 200’ün üzerinde tiyatrodan taleplerimizi belirlemek için fikirler aldık ve bu süreçte neler yapabiliriz diye konuştuk. Anadolu’nun her yanındaki tiyatrolara ulaşmaya çalışarak yaptığımız görüşmelerden çıkan somut talepleri 20 Mart tarihinde yaptığımız ikinci toplantıda yazılı olarak bakanlığa ilettik ve sürecin takipçisi olmaya devam ediyoruz. Bakanlık dışında İstanbul Büyükşehir Belediyesi’yle ve ilçe belediyeleriyle görüşmeler yaptık. Pandemi öncesinde de kooperatif olarak görüşmeler yürütüyorduk ve görüşmelerimiz bu aralar pandemi odaklı olarak devam ediyor.
Özel tiyatrolara destek vermeyen nadir ülkelerdeniz
Pandemi sürecinde bütün dünyada, özellikle Avrupa’da, tiyatrolara nasıl destekler verildiğine dair araştırmalar yaptık. Sonuç olarak özel tiyatrolara destek verilmeyen nadir ülkelerden olduğumuzu fark ettik. Devlet tiyatrolara hibe vermediği için düşük faizli, bir yıl sonra geri ödemeli kredi istedik ancak şu ana kadar geri dönüş alamadık. Tiyatro salonları kapalı oldukları aylar boyunca kira, stopaj, maaş vb. ödemelerini yapmaya devam ettiler. Bu mekanlar genellikle borçlanarak ödüyorlar kiralarını.
Öte yandan bu mekanların maaşlı çalışanları var. Zaten tiyatro salonları kendilerini rahatlıkla döndürebilen yerler değil genellikle ucu ucuna yaşayarak ayakta kalabilen yerlerdir. Üstüne pandemi koşulları gelince böyle berbat bir sürecin içine girdik. Bizim için en büyük eksiklik böyle bir süreçte net olarak ortada kaldığımızı, yalnız bırakıldığımızı hissetmek oldu. Artı olarak hissettiğim ise tiyatroların bir araya geldikleri, dayanışma ve örgütlenme sağladığı yapıların öneminin daha da anlaşılır olduğu ve bu yapıların güçlendiği bir dönemin içinde oluşumuz.
Tiyatrocular olarak açıkta kaldık
Sahne arkasındaki ve önündeki tiyatrocular olarak açıkta kaldık. Vakıflarla, başka kooperatiflerle dayanışma kampanyaları yaptık ve şu ana kadar gelen en somut destekler hep kendi geliştirip harekete geçirdiğimiz kampanyalarla sağlandı. Aslında kamusal varlıklar olması gereken özel tiyatroların yapısal sorunlarına kalıcı çözümler bulmak istiyoruz.
Özel tiyatroların vergileri çok yüksek ve bu noktada devlet bizleri tacir olarak görüyor. Tiyatro Kooperatifi olarak tüm bunlarla ilgili bu süreçte ne yapabiliriz, orta ve uzun vadede tiyatroların ekonomik ve yapısal sorunlarını nasıl iyileştirebiliriz diye düşünüp çözüm odaklı çalışıyoruz.
-Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından ‘Özel Tiyatroların Projelerine Yapılacak Yardımlara İlişkin Yönetmelik’te gerçekleştirilen değişiklikle yapılacak başvurulara göre profesyonel tiyatrolara yıllık 150 bin lira, geleneksel tiyatrolara ise yıllık 30 bin liraya kadar yardım yapılabileceği açıklandı.
Basına da yansımış en somut adımlardan birisi gibi duruyor. Siz bu adımı nasıl değerlendiriyorsunuz? Sizce bu gerçekçi bir adım mı?
Kültür ve Turizm Bakanlığının her sene sinema filmlerine verdiği gibi tiyatrolara da verdiği bir destek fonu var. Biz yaptığımız toplantılarda verilen bütçenin arttırılmasını talep ettik. Bütçe de artış gerçekleştirildiğini açıkladı bakanlık. Bu noktada olumsuz gelişme ise, desteklerde amatör tiyatrolara verilen küçük miktarlardaki ama amatör tiyatrolar için hayati olan desteklerin kaldırılması oldu. Anadolu’nun birçok yerinde bu destek sayesinde tiyatrolarını yaşatmaya çalışan amatör tiyatro toplulukları var ve maalesef bu desteğin önü kesildi. Yanı sıra zaten politik sebeplerle bu bütçeden pay alamayan birçok özel tiyatro var. Özetle bir bütçe dağıtılıyor ama bunun hakkaniyetli dağıtımı, komisyonun niteliği ile ilgili soru işaretleri var.
Özel tiyatrolar arasında geçmişte bazı platform, dernek kurmak gibi girişimler oldu ancak geçtiğimiz yıl 26 Haziran 2019 tarihinde dünyada eşi benzeri olmayan bir Tiyatro Kooperatifi kuruldu. Şu an sadece İstanbul’da olmasına rağmen 55 ortağı var. Yolcu Tiyatro, kooperatifin bir parçası, siz de yönetim kurulundasınız.
Tiyatro Kooperatifi fikrinin ortaya çıkışından, projelerinden ve hedeflerinden bahsedebilir misiniz?
Özel tiyatroların sorunlarını çözmek için kurulan bir sosyal kooperatifiz. İlk aşamada mecburen İstanbul’da başladık. Ancak ana sözleşmemize Türkiye genelinde faaliyet yürütme hedefimizi yazmıştık ve pandemi süreciyle bütün bölgelerde kooperatif örgütlenmeleri başladı.
Tiyatro Kooperatifi, Türkiye’deki özel tiyatroların yapısal ve ekonomik sorunlarını çözmek üzere yola çıktı. Özel tiyatroların mevzuat ve vergi sorunu var. Bir biletin 3’te birini vergi olarak veriyoruz devlete. Bunlar dışında tiyatrolara maddi kaynak yaratılması gerekiyor. Az önce bahsettiğim, tiyatrolara Kültür Bakanlığı’nın verdiği fonu alsanız bile bir oyunun çıkması ve sürdürülmesi için yeterli olmuyor.
Gelişmiş ülkelerde kamusal bir varlık olarak tiyatrolar bir oyun yaptığında masraflarının %80’ine yakınını devlet kurumlarından ve özel sektörden gelen destekler ve kaynaklarla karşılıyor. Nasıl bilimsel araştırmalar için bütçe ayrılıyorsa, gelişmiş ülkelerde tiyatrolar için de ciddi bir kaynak ayrılıyor. Çok büyük hacimli ticari tiyatroların dışında tiyatroların ayakta kalması bu şekilde olabiliyor. Kendi devletlerinden ciddi destekler alan dünyanın sayılı büyük tiyatroları bile pandemi sürecinde ayakta kalabilmek için bağış kampanyaları yaptı.
Tiyatro Kooperatifi olarak ‘bu destek modellerini nasıl geliştirebiliriz’, ‘vergi yüklerini nasıl kaldırabiliriz’ diye kafa yoruyor, çalışmalar yapıyoruz. Yakın zamanda ülkenin bütün bölgelerinin öncelikle yerelde örgütlendiği kooperatiflerin kuruluşları tamamlandığında bir Tiyatro Kooperatifleri Birliğini kurarak taleplerimizi daha yüksek sesle, daha güçlü ve daha örgütlü olarak dillendireceğiz.
Sosyal kooperatifiz
Kooperatifçilik özellikle sosyal kooperatifçilik yeni anlaşılıyor Türkiye’de. Genelde kooperatif denildiğinde tarım kooperatifi, inşaat kooperatifi gibi şeyler geliyordu akla. Biz tiyatrolarımızın ekonomik sorunlarını çözmeye çalışırken bir taraftan da kamusal faydalar sağlamaya çalışıyoruz.
-Neden sosyal kooperatif?
Türkiye’de derneklerin, vakıfların kurulma ve idare aşamaları sorunlu. Biz nasıl bir örgütlenme modeli izleyelim diye uzmanlardan görüşler aldık toplantılar yaptık. Kooperatifler, Ticaret Bakanlığına bağlı. Burada yapısal bir durum var. Biz aslında kamusal bir hizmet verirken ticaret adı altında faaliyet yürütüyoruz aynı zamanda. Projeleri sosyal kooperatif üzerinden daha rahat hayata gerçekleştirebiliyoruz. Türkiye’de odaların başına neler gelebildiğini yakın zamandaki uygulamalarla gördük maalesef. O yüzden en sağlıklı örgütlenebileceğimiz ve kısmen korunaklı alan bu noktada kooperatifçilik ve bizim tercihimiz tabi ki sosyal kooperatifçilikti. Sosyal kooperatifçilik birçok alanda önümüzü açtı. Avrupa Birliği projelerine dahil olabiliyor, yurtiçinde ve yurtdışındaki üniversitelerle ortaklıklar yapabiliyor, sosyal fayda sağlayabiliyoruz.
-Kooperatife zaman içinde katılmak isteyenler oldu mu?
32 ortak ile başlayan kooperatif 55 tiyatroya ulaştı şu anda ve sayımız hızla artıyor. Biz dikey bir örgütlenme modelini benimsemiyoruz, yerelden, bölgelerden yatay örgütlenmeleri yaygınlaştırmak hedefimiz. İstanbul’daki tiyatroların sorunlarıyla Ankara’daki, Diyarbakır’daki, Samsun’daki, İzmir’deki, Mersin’deki tiyatroların sorunları vergiler, stopaj, mevzuat, devlet yardımı alma, sansür vb. mesellerde aynılaşıyor ama bölgelerin kendilerine özgü sorunları da var. Biraz daha açacak olursam: Yataydan örgütlenen her bölgenin kendi sorunlarına odaklanan ama temelde Türkiye tiyatrosunun yapısal, ekonomik sorunlarını çözmek için adım attığı bir yapılanma için çalışıyoruz.
Bizim sektörde daha önce bizim de içerisinde yer aldığımız örgütlenme çalışmaları yapılmıştı ve bazıları varlıklarını devam ettiriyor; birlikler, dernekler, platformlar kuruldu ama bu kadar geniş kapsamlı ve örgütlü olmayı hedefleyen bir yapı olmamıştı aslına bakarsan. Bu yapı bir sene içerisinde çok yol kat etti. Kooperatifin içindeki tiyatrolar birbirinden farklı özelliklere, çeşitliliğe sahip. İçerisinde 700-800 koltuk kapasiteli tiyatrolarda, 30-40 kişi kapasiteli tiyatrolarda, sahnesi olamayan gezici tiyatrolarda var. Aslında burada yapmak istediğimiz hepsi birbirine bağlanan ortak sorunlarımız için tiyatroları bir araya getirip örgütlemek bir yandan da büyük bir iletişim ve dayanışma ağı kurmak.
Destek kampanyası: ‘Bizde Yerin Ayrı’
Pandemi sürecinde bir de seyirci destek kampanyası yaptık: “Bizde Yerin Ayrı” adıyla. Seyirciler, bir sonraki sezonun biletlerini şimdiden alıyorlar. Kampanya hem kişilere hem de kurumsal desteklere açık. Şirketlerde bilet alıyorlar ve pandemi sürecinde sahada çalışan sektörlere dağıtıyorlar. Buradan gelen gelir tiyatrolarımızın bütün ihtiyaçlarının karşılamayacak tabii ki ama can suyu verecektir. Seyircilerimizin kampanyaya ilgisi var şu anda bir yandan da kurumsal destekler geliyor.
-Türkiye’de tiyatronun gelişimini ve değişimini nasıl buluyorsunuz? Seyirci sayısı artıyor deniyor. Zaten sürekli oyunların sayısı da artıyor. Ancak oyun anlamında veya seyirci bazında “kalite” de de artıyor mu?
Seyirci sayısı arttı, sezon içinde yapılan oyun sayısı arttı, tiyatro ekiplerinin ve tiyatro mekanlarının sayısı da arttı. Bunların hepsi olumlu gelişmeler. Tiyatromuzu kamusal destekler alamadan sadece seyirci odaklı yapmak zorunda oluşumuzun dezavantajlarını yaşıyoruz. Alternatif olarak adlandırılabilecek, farklı estetik formlarda üretimler yapmak isteyen tiyatrolar seyirci bulamama kaygısı yaşıyor maalesef ancak yine de yenilikçi denemelerde bulunan tiyatrolarımız var.
Mevcut ekonomik durum karşısında tiyatrolar ayakta duramaz
Özel tiyatroların desteklendiği yeni bir modele ihtiyacımız olduğunu düşünüyorum. Bakanlıklar, belediyeler, şirketler tarafından özel tiyatroların desteklendiği modellere ihtiyacımız var. Dünyanın birçok ülkesinde bu modeller var. Yoksa tiyatro, pandemi haricinde de mevcut ekonomik durum karşısında ayakta duramaz hale geliyor. Bizim geçen sezona göre bu sezon %15-20 civarı bir seyirci düşüşümüz olmuştu. Haziran 2019’da sezonu seyirci sayısı açısından çok yukarıda bir yerde kapattık ama Ekim ayıyla beraber yeni sezonda bir azalma gözlemledik. Türkiye’de ekonomik kriz derinleştikçe seyirci de bilet alırken tereddüt etmeye başladı; örneğin ayda üç kere oyuna gidiyorsa ikiye düşürmeye başladı. ‘Kriz’ zaten bizi etkilemeye başlamıştı. Meşhur oyuncuların oynadığı oyunlar haricinde her yerde bir düşüş vardı. Özel tiyatrolar böylesine seyirci geliri odaklı olunca en ufak bir sarsıntıya dayanamaz hale geliyoruz. O yüzden özel tiyatroların desteklendiği yeni bir model oluşturmamız gerekiyor. Pandemi tekrar ederse şu anda kredi çekip borçlanarak ayakta duran birçok tiyatro bir sezon daha kaybedecek. Sonbaharda bir dalga daha olsa 2-3 ay daha eve kapanılsa sonrasındaki normalleşme sürecini düşündüğümüzde 2020-2021 sezonunu da kaybedeceğiz. Birçok mekan dayanamayıp kapanacak, bu mekanların kapanması mekanı olmayan tiyatrolarında oyunlarını oynayacak alan bulamaması ve binlerce özel tiyatro çalışanının ekonomik olarak felakete sürüklenmesi demek.
Fırsat eşitsizliğine maruz kalıyoruz
Zaten mevcut koşullarda kurum tiyatrolarının tamamen kamu kaynakları ile tiyatro yapıp 10-15 liraya bilet sattığı ama devletin özel tiyatrolardan bir bilet için yüzde 38’e varan vergi aldığı eşitsiz bir ortamdaydık. Kurum tiyatrolarında çalışan oyuncuların, teknik ekibin, yönetmenlerin, temizlik görevlilerinin, gişede bilet satanların, güvenlik görevlilerinin maaşları ödeniyor, sigortaları yatıyor, oyunlar için gerekli her tür malzeme atölyelerde üretilebiliyorsa bu durumda devletin benzer imkanları kamusal hizmet veren özel tiyatrolara da sağlaması gerekiyor. Halkın sanata daha rahat ulaşabilmesinin sağlanması ve özel tiyatrolar ile kurum tiyatroları arasındaki uçurumun ortadan kaldırarak fırsat eşitliği yaratılması çok önemli ve elzem.
– Son olarak; Yolcu Tiyatro, koronavirüs sonrası yeni sezonda seyirci karşısına yeni bir oyunla çıkacak mı? Bizi ne gibi sürprizler bekliyor?
Bir süredir üzerine çalıştığımız bir projemiz var: “Gomidas”. Gomidas Vartabed’in hayatını anlatan bir oyun. Okuma ve dramaturji çalışmalarını pandemi sürecinde zoom üzerinden gerçekleştirdik ve artık sahne provalarına başladık. Gomidas prömiyerini Kasım ayında gerçekleştirecek. Gomidas çok değerli bir müzisyen ve hayat hikayesi de çok enteresan.
Kütahya’da doğmuş bir Ermeni. Anadolu’nun birçok yerini ve Ermenistan’ı gezerek yaklaşık 4 bin eseri kayda almış ve notaya dökmüş bir sanatçı. 1915’te Çankırı’ya sürgüne gönderilen Ermeni aydınlarından biri. Onun da hayatındaki kırılma noktası bu sürgün oluyor. 1915 sürgününde ve sonrasında yaşadıkları hayatını derinden etkiliyor ve sarsıyor. Müzik yapmayı bırakıyor, İstanbul’da kliniğe yatırılıyor daha sonra da Paris’e gönderiliyor. 18 yıl Fransa’da bir klinikte kimseyle tek bir kelime konuşmadan yaşıyor. Suskunlaşıyor, hayata küsüyor. Çocukların öldürüldüğü bu dünyaya ait olmadığını söylüyor.
Oyunu Türkçe ve Fransızca oynayacağız
Gomidas’ı Türkçe ve Fransızca olarak sahneleyeceğiz Türkiye’de. Oyunu Gomidas’ın hayatının son dönemini yaşadığı Fransa’ya, Ermenistan’a ve ulaşabildiğimiz her yere götürmeyi arzu ediyoruz. Ayrıca oyunda bir de Ermeni korosu olacak. Gomidas şarkıları söyleyecekler. Oyunumuz için Türkiye’deki köklü bir koroyla görüşüyoruz. Mekan için de oyunu sahne dışında bir yerde, kilisede gerçekleştirmek üzerine bir fikrimiz var. Bütün bunlar hem bizim için hem de seyirci için farklı bir oyunla karşılaştıkları heyecan verici bir süreç olacak. Oyunda Ahmet Sami Özbudak ve Fehmi Karaaslan gibi genç kuşak yetenekli sanatçılarla beraber çalışıyorum.
Bunlar dışında hali hazırda oynadığımız oyunları da oynamaya devam edeceğiz gelecek sezonda. Başka oyun projelerimiz de var lakin devam eden korona sürecinin uzamasından ya da tekrar etmesinden endişe ediyoruz. Benim uyarladığım 4 kişilik bir oyun vardı. Onu sahnelemek istiyorum ama oyunu çıkarıp Sonbahar, kış gibi ikinci dalgayla karşılaşırsak prodüksiyonun getirdiği mali yüklerin hepsi üzerimize kalmış olacak. Bu yüzden önümüzdeki sezona bizde birçok tiyatro gibi temkinli başlamak zorunda kalacağız. Önümüzdeki süreç için bir yurtdışı projemizde var ancak o da pandemi sürecinin gidişatına bağlı.