Salgın Hastalıklar – Elias Canetti*
06/03/2020‘Corona’ya Canetti gözünden bakmak’
Bir veba salgınının en iyi tasviri, bunu kendisi de çekmiş ve iyileşmiş olan Thukydides* tarafından yapılmıştır. Thukydides’in çalışmasında bu fenomenin temel bütün yönleri özlü ve doğru bir biçimde bulunur. Biraz farklı bir düzen içinde de olsa, bu çalışmanın en önemli kısımlarını alıntılamak istiyorum.
“İnsanlar sinek gibi öldüler. Ölenlerin bedenleri birbirinin üstüne yığılmıştı; sokaklarda sendeleyerek yürüyen ya da susuzluktan yanarak çeşmelerin etrafına üşüşen yarı ölü yaratıklar görülebilirdi. Sığındıkları tapınaklar, orada ölmüş insan cesetleriyle doluydu.
“Kimi aileler yaşadıkları felaketin ağırlığının altında öylesine ezilmişlerdi ki ölülerin arkasından alışıldık ağıt yakma âdetinden fiilen vazgeçmişlerdi.
“Eskiden beri görülen bütün cenaze törenleri artık karmakarışık olmuştu; yine de ölüleri ellerinden gelen en iyi biçimde gömmeye çalışıyorlardı. Ailelerinde zaten çok sayıda ölüm olduğu için gömme işlemi için gereken araçlardan yoksun bulunan pek çok insan, en utanmazca yöntemleri benimsediler. Başkalarının, ölülerini yakmak için hazırladığı odun yığınına ilk onlar varır, bu yığının üstüne kendi ölülerini koyup ateşe verirler ya da yanan başka bir odun yığını bulup taşıdıkları cesedi diğerinin üstüne atıp giderlerdi.
“Ne Tanrı korkusunun ne de insanların koyduğu yasa korkusunun kısıtlayıcı bir etkisi vardı. Tanrılara gelince, insan iyilerle kötülerin ayrımsız öldüklerini görünce, onlara ibadet etse de etmese de fark etmez gibi görünürdü. İnsanların yaptığı yasalar karşısındaki suçlara gelince, hiç kimse mahkemeye çıkarılıp cezalandırılacak kadar uzun yaşamayı beklemiyordu; bunun yerine herkes kendisine çok daha ağır bir cezanın zaten verildiğini; bu ceza her an infaz edilebileceği için, o an gelmeden önce hayattan biraz zevk almanın doğal olduğunu düşünüyordu.
“Hastalara ve ölenlere en çok acıyanlar, kendileri de bu salgın hastalığa yakalanıp iyileşmiş olanlardı. Bunun nasıl bir şey olduğunu biliyorlardı; ayrıca kendilerini güvencede hissediyorlardı; çünkü hiç kimse hastalığa iki kez yakalanmıyordu, yakalansa da ikinci atak asla öldürücü değildi. Bu gibi insanlar her taraftan göklere çıkarılıyordu ve kendileri de iyileştikleri zaman öylesine bahtiyar oluyorlardı ki artık başka hiçbir hastalıktan ölmeyeceklerini safça hayal ediyorlardı.”
İnsanoğlunun başına gelmiş olan talihsizlikler arasında büyük salgınlar özellikle canlı bir anı bırakmıştır. Salgınların başlangıcı bir doğa felaketi kadar anidir, ama örneğin deprem genellikle birkaç kısa sarsıntıdan sonra sona ererken, bir salgın hastalık aylarca ya da bütün bir yıl sürebilir. Deprem yapacağı en büyük kötülüğü bir darbede yapar, bütün kurbanları aynı anda yok olur. Öte yandan, vebanın biriktirici bir etkisi vardır. Başlangıçta yalnızca birkaç kişi hastalığa tutulur, sonra vakaların sayısı artar. Ölüler her yerde görülür; kısa sürede yaşayanlardan çok göze çarpar. Bir salgının nihai sonucu depreminkiyle aynı olabilir, ama salgında insanlar ölümün yaklaştığını görürler, ölüm tam gözlerinin önünde yer alır. İnsanlar sanki bilinen bütün savaşlardan daha uzun süren bir savaşta yer alan kişiler gibidirler. Ama düşman saklanmıştır; düşman hiçbir yerde görülemez ve ona vurulamaz. İnsan yalnızca onun vurmasını bekleyebilir. Bu savaşta yalnızca düşman etkindir; o istediği yere darbe vurur ve o kadar çok insanı devirir ki insan kısa sürede hiç kimsenin kurtulamayacağından korkmaya başlar.
Bir salgının varlığı kabul edilir edilmez, bunun yalnızca bir tek sonunun olabileceği hissedilir; bu da herkesin ölümüdür.
Bunun hiçbir tedavisi olmadığından bu hastalığa tutulanlar kendilerine biçilen cezanın infazını beklerler. Yalnızca hastalığa yakalananlar bir kitle oluştururlar. Kendilerini bekleyen yazgı bakımından eşittirler, sayıları artan bir hızla büyür; birkaç gün içinde ulaşacakları ortak hedefe doğru hareket etmektedirler; sonunda insan bedenleri için olası en büyük yoğunluğa ulaşarak, cesetlerin oluşturduğu bir yığın haline gelirler. Ölülerin oluşturduğu bu durgun kitlenin yalnızca geçici olarak ölü olduğuna ve belirli bir anda tekrar ayağa kalkıp Tanrı’nın önünde sıkı sıralar halinde durarak Kıyamet Günü’nü bekleyeceklerine inananlar vardır. Ne var ki ölülerin bundan sonraki yazgısını hesaba katmasak bile -çünkü bütün dinler bu yazgıyı aynı şekilde kavramazlar- kesin bir şey kalır: Salgın sonuç olarak ölmekte olanların ve ölenlerin oluşturduğu bir kitle yaratır. “Sokaklar ve tapınaklar” ölülerle doludur. Çoğu zaman kurbanları gerektiği gibi tek tek gömmek artık mümkün olmaz; ölüler, binlercesi aynı mezarda olmak üzere, kütlesel mezarlarda üst üste yığılırlar.
Cesetlerin oluşturduğu bir yığını yaratan üç önemli ve bildik fenomen vardır. Bunlar birbirleriyle yakından ilişkilidir; bu yüzden de farklılıklarını çözümlemek özellikle önemlidir. Bu fenomenler şunlardır: savaş, kitlesel intihar ve salgın.
Savaşın hedefi düşman ölülerden bir yığın oluşturmaktır. İnsanın kendi halkının sayısı karşılaştırmalı olarak daha büyük olsun diye yaşayan düşmanların sayısı azaltılacaktır. Kendi halkını oluşturan insanların bazılarının da bu süreç sırasında yok olması kaçınılmazdır, ama arzulanan bu değildir. Hedef, düşman ölülerinin oluşturduğu bir yığındır ve her savaşçı bu hedefe ulaşmak için kendi kol kuvvetiyle etkin bir çaba gösterir.
Kitlesel intiharda bu faaliyet insanın kendi halkına karşı döner. Erkekler, kadınlar ve çocuklar, sonunda kendi ölülerinin yığınlarından başka hiçbir şey kalmayıncaya kadar, birbirlerini öldürürler. Bu yok etme eyleminin tamamlanması ve düşmanın eline geçecek hiçbir şeyin kalmaması için ateş kullanılır.
Salgında sonuç kitlesel intiharınkiyle aynıdır, ama salgın istemli değildir ve bilinmeyen bir güç tarafından dışarıdan dayatılmış gibi görünür. Hedefe ulaşmak daha uzun zaman alır; insanlar sıradan bütün ilişkileri feshederek korkunç bir beklentinin eşitliği içinde yaşarlar.
Bir salgında çok büyük rol oynayan bulaşma unsuru, insanları birbirinden ayırır. En emin yol başka herkesten uzak durmaktır, çünkü hastalık herhangi bir insanda olabilir. Kimileri şehirden kaçıp kır evlerine dağılırlar; diğerleri kendilerini evlerine kapatır ve içeriye kimseyi almazlar. Her insan kendisini diğer herkesten sakınır; son umudu uzak durmaktır. Yaşama ümidi ve yaşamın kendisi, hastalardan uzak oluşla ifade edilir. Hastalığa yakalananlar ölü bir kitle oluşturarak sona ulaşırlar; o zamana kadar hastalıktan kurtulmuş olanlar herkesten, hatta en yakın akrabalarından, ebeveynlerinden, kocalarından ya da kanlarından ve çocuklarından uzak dururlar. Hayatta kalma umudunun insanları nasıl yalıttığını, her birinin kurbanlar kitlesiyle karşı karşıya kalan tek tek bireyler haline geldiklerini görmek tuhaftır.
Ama genel felaketin ortasında, hastalığa tutulan herkes gözden çıkarılmışken en şaşırtıcı şey olur: Az sayıda, çok az sayıda insan iyileşir. Bu gibi insanların duygularının ne olduğunu tahayyül etmek zor değildir. Bunlar yalnızca hayatta kalmakla kalmamışlardır, aynı zamanda kendilerini yaralanmaz hissetmektedirler; böylelikle kendilerini çevreleyen hastalara ve ölmekte olanlara acıyabilmektedirler. “Bu gibi insanlar” diyor Thukydides, “iyileştikleri zaman o kadar bahtiyar oluyorlardı ki artık başka hiçbir hastalıktan ölmeyeceklerini safça hayal ediyorlardı.”
* Thukydides: (İÖ 460-400) En önemli Eski Yunan tarihçilerinden. İÖ 430-429 yıllarındaki veba salgını sırasında Atina’da bulunan Thukydides’in kendisi de bu hastalığa yakalandı (ç.n.).
Kaynak: Elias Canetti, Kitle ve İktidar, Çev. Gülşat Aygen, Ayrıntı Yayınları, İstanbul 2006, s. 274-276