Aşağı bakmayan bir kadın: Suat Derviş – Ahmet Kavruk
09/03/2021 Kapalı Yazar: Ahmet Kavruk20. yüzyılın başında İstanbul’da dünyaya gelen ve yaklaşık 70 senelik mücadele dolu bir yaşama sayısız başarı sığdıran Suat Derviş, önüne çıkan tüm engellere rağmen aşağı bakmayan bir kadın olarak tarihteki yerini almıştır. Onun yapıtları, eleştiri yazıları, sosyalizmin, kadın mücadelesinin ve feminizmin gelişmesine katkıları ülkenin öncü ve üretken isimleri arasında anılmasını sağlamıştır. Değerinin daha fazla anlaşılması dileğiyle…
Kimi kayıtlarda 1901 kimilerinde 1903 kimilerinde de 1905 yılında doğduğu yazılan Suat Derviş, İstanbul’da Moda’da, modernleşme yanlısı Osmanlı aydını bir ailede dünyaya gelir. İlk adı Hatice Suat olmasına rağmen resmi kayıtlara adı Hatice Saadet olarak geçirilir. Suat Derviş’in annesi Abdülmecid’in mabeyncilerinden Kamil Bey’in kızı Hesna Hanım’dır. Babası Darülfünûn’un kurucularından kimyager Müşir Derviş Paşa’nın oğlu -Jön Türk Teşkilatı’nda ve İttihat Terakki’de çalışmalar yapmış- tıp profesörü İsmail Derviş Bey’dir. Osmanlı’da Telefon İdaresi’nde çalışmaya başlayan ilk kadınlar arasında yer alacak Hamiyet Hanım’ın da kardeşi olur.
Daha çok küçük yaşta Osmanlı’daki politik atmosferle temas eder. 31 Mart Vakası sırasında Moda’daki evleri babasının siyasi faaliyetleri nedeniyle saldırıya uğrar. Küçük Çamlıca’daki konaklarında yaşarken dönemin önemli hocalarından Almanca, Fransızca, edebiyat, temel bilimler ve müzik eğitimi alır. 1914 yılında eğitimine Kadıköy Numune Rüştiyesi’nde devam eder. Savaş zamanı eğitimini Bilgi Yurdu’nda devam ettirmek zorunda kalır. Derviş, bu dönemde az sayıda iyi eğitim almış kadınlar arasındadır.
Nazım Hikmet ile uzun yıllar sürecek arkadaşlığı bu gençlik yıllarında aileleri vesilesiyle başlar. Suat Derviş, 1918’de Nazım Hikmet aracılığıyla ‘Hezeyan‘ adlı şiirini ‘Alemdar‘ gazetesinde yayınlatır. Nazım Hikmet’in bu şiirini Derviş’ten habersiz olarak yayınlattığı ve bunda da tek taraflı bir aşkın etkili olduğu iddia edilir. Şair Nazım Hikmet, 1920’de ‘Gölgesi‘ adlı şiirini Suat Derviş’e ithafen yazar.
‘Hezeyan’ şiiri aracılığıyla Babıali’ye dikkat çekici giriş yapan Suat Derviş, ilk ürünlerini İleri, Alemdar, Ümid ve İkdam gazetelerinde yayınlar. Dönemin önemli yazarlarından övgüler alır. 1920’de ilk romanı ‘Kara Kitap‘ basılır. Derviş’in bu ilk romanı ‘ilk gotik roman‘ olarak da özgün bir yere sahiptir. Öte yandan Osmanlı’nın son yıllarında gazetecilik mesleğine adım atar. Cumhuriyet döneminin de önemli bir gazetecisidir. 1922’de Ankara hükümetinin temsilcisi olarak İstanbul’a gelen Refet Bele ile Alemdar gazetesi için ilk söyleşiyi kendisi yapar. Avrupa’ya giden -1936’da- ilk kadın gazetecidir. Derviş, çeşitli gazetelerde çalışırken, romanlarını da bu gazetelerde dizi olarak yayınlar. İkdam gazetesinde, kadın sayfası hazırlayarak sayfa geleneğini de kendisi başlatır.
Gazeteci olarak 1923 yılında Lozan Konferansı’nı izleyen Derviş bu yıllarda yazarlıkta da kendini geliştirir. 1923’te yazdığı Hiç Biri romanını, Ne Ses Ne bir Nefes (1923), Bir Buhran Gecesi (1924), Fatma’nın Günahı (1924), Gönül Gibi (1928) ve Latin harfleri ile yazdığı ilk eser olan Emine (1931) yayınlanır. Bu romanlarında İstanbul’un üst düzey konak yaşamından kesitler sunar; ikili ilişkileri anlatır; kadının toplumsal konumunu ve özgürlük talebini irdeler. 1925’te ilk hikâyeleri Almanca’ya çevrilir.
Konservatuar eğitimi için Derviş, 1927 yılında ablasıyla birlikte Berlin’e gider. Orada piyano dersleri almaya başlar ancak kısa bir süre sonra eğitimine Berlin Üniversitesi Edebiyat Bölümü’nde felsefe üzerine yoğunlaşarak devam eder. Bu eğitim sürecinde gazeteciliğini de sürdürür. Yazıları, Almanya’da Scherl, Mosse, Ullstein Querscnitt, Vossische Zeitung gibi on beşe yakın dönemin önemli gazete ve dergilerinde yayınlanır. Türkiye’de yazdığı kimi kitapları da bu dönemde Almancaya çevrilir. Hitler’in Almanya’da iktidara gelişiyle beraber yükselen faşizmi yerinde gözlemlemiş ve Marksist görüşünü pekiştirmiştir. Nazi yanlısı olmayan yayın kurumlarının kapatılmasının da etkisiyle; 1932 yılında babasının vefat haberi üzerine Türkiye’ye döner.
Derviş, 1932 yılı sonrasında mesleğini Türkiye’de sürdürür. Son Posta, Resimli Ay, Tan Gazetesi gibi sol görüşlü gazete ve dergilerde çalışır. Buralarda Almanca, Fransızca, İngilizce çeviriler yapar. Derviş, yabancı dil bilen gazeteci olarak, 1936’da Son Posta gazetesi çalışanı olarak Boğazlar sorununun görüşüldüğü ‘Uluslararası Montrö Konferansı’nda bulunur. 1934 ve 1938 yılları arasında 5 romanı (Onu Bekliyorum (1934), Onları Ben Öldürdüm (1935), Baba Oğul (1936), Bu Roman Olan Şeylerin Romanı (1937), Bir İstanbul Gecesi (1938)) gazetelerde dizi olarak yayınlanır.
Derviş’in 1930’lara kadar yazdığı eserlerinde kendi yaşamından izler, bireysel acılar, aşklar ve toplumsal yaşamın kadın kahramanlar üzerinden anlatımı görülürken; 1930’lar sonrasındaki eserlerinde ‘toplumsal gerçekçi’ bir çizgiye bağlı olarak sınıfsal sorunlar ve adaletsizlikler görülür.
Derviş, Gazetecilik mesleğinin kendine çok şey kazandırdığını, memleketini ve insanlarını gazetecilik yapmaya başladıktan sonra tanıdığını söyler. İstanbul’un en yoksul semtlerine, en ücra köşelerine, en lüks mekanlarına girip çıkar, sefaleti ve refahı birbirine uzak değil yan yana görür. Bu tanıklıklar onun yaşam görüşü üzerinde ve siyasal tavrını belirmesinde etkili olur.
1937’de Tan Gazetesi, Derviş’i SSCB’ye gönderir. SSCB ziyareti sonrasında yayınladığı röportaj dizisinin ardından ‘kıpkızıl komünist’ damgasına maruz kalır. Bu tarihten sonra da gazeteci olarak iş bulmakta zorlandığı gibi, yapıtlarını kendi adıyla yayımlatma şansını da çok bulamaz ve mahlaslarla yazmak zorunda kalır.
‘Hiç’ adlı romanın yayımlandığı 1939 yılından sonra yaklaşık otuz yıl hiçbir yayınevi Derviş’in romanlarını basmaz ancak Derviş yazmaktan da hiç geri durmaz. 1939’da Neriman Hikmet’le ‘Yeni Edebiyat‘ dergisini kurarlar ancak yalnızca dört sayı çıkarabilirler. 1940 yılında -daha önceleri Seyfi Cenap Berksoy, Selami İzzet Sedes ve Nizamettin Nazif Tepedelenlioğlu ile kısa süren evlilikleri olan- Suat Derviş, Türkiye Komünist Partisi (TKP) Genel Sekreteri Reşat Fuat Baraner ile evlenir. Bu evlilik Suat Derviş’teki sol görüşü iyice pekiştirir ve kendisi bir yandan da Türkiye Komünist Partisi’nin içinde çalışmaya başlar.
1940-1941 yılları arasında bu kez TKP’nin de talebi doğrultusunda ‘Yeni Edebiyat’ dergisini toplam 26 sayı boyunca yeniden yayınlarlar. Yasal imtiyaz sahibi ve yazı işleri müdürü Neriman Hikmet, Suat Derviş ise yayın kurulundadır. Derviş, Yeni Edebiyat’ı Türkiye’de gerçekçi edebiyatın doğması ve gelişmesi için yaptığı çalışmalar açısından önemli bir adım olarak görür ve burada önemli eleştiri yazıları yazar. Bu yıllarda zaman zaman Reşit Fuat Baraner’in yazdığı siyasi içerikli yazılar da Yeni Edebiyat’ta Suat Derviş’in adıyla yayınlanır.
Yeni Edebiyat çatısı altında Reşat Fuat Baraner ve Suat Derviş’in dışında, kardeşi Ruhi Dervişoğlu, Neriman Hikmet, Sabahattin Ali, Zeki Baştımar, Abidin Dino, Attila İlhan, Mazhar Lutfi, Nâzım Hikmet, Naci Sadullah, Kemal Sülker, Ahmet Hamdi Tanpınar, Suphi Taştan, Sabiha-Zekeriya Sertel, Faik Baysal, Hüsamettin Bozok, Hasan İzzettin Dinamo ve Nusret Kemal Otyam gibi isimler önemli yazılar kaleme alır. Dergi 1941 yılının sonuna doğru Hasan İzzetin Dinamo’nun “Vatan Şarkısı” şiiri sebebiyle “sınıfları birbirine düşürücü nitelikte” görüldüğünden vekiller heyeti kararıyla kapatılır. Yeni Edebiyat’ın kapanmasına rağmen yoğun bir şekilde çalışmaya devam eder Suat Derviş. Parti için bültenler, piyesler, roman taslakları ve çeviriler yapar. Yazmak onun için, nefes almak gibi bir eylemdir.
Eşi Reşat Fuat, birkaç işi birden yürütmeye çabalar bu dönemde. TKP’yi kalkındırmaya çalışırken bir taraftan da Behice Boran’ın ABC tercüme bürosunda ve Aspirin Bayer’de tercümanlık yapar. Suat Derviş bu zor dönemde doğum sırasında bir de çocuğunu kaybeder. Tüm bunlar yetmezmiş gibi 29 Ağustos 1942’de anti-faşist birçok aydınla beraber eşi Reşat Fuat Baraner de askere alınır. Suat Derviş tam yalnız kaldım derken, Reşat Fuat, elli sekizinci topçu alayına verilişinden dört ay sonra kıtasından vazifeyle İstanbul’a gelir ancak bir daha da geri dönmez ve asker kaçağı durumuna düşer.
Reşat Fuat Baraner, asker kaçağı olunca Suat Derviş, çocukluk arkadaşı Hüseyin Mutena Gökper ile konuşur ve Reşat Fuat’ın evinde kalması için ikna eder. Reşat Fuat ve Suat Derviş burada Antifaşist Birleşik Cephe’yi kurmak için çalışırlar. Bu cephenin adı ileride İleri Demokrat Cephe olur. Legal bir zeminde yayın yapacak bir komite kurulur. Bu komite ise dört kişiden oluşur: Suat Derviş, Reşat Fuat, Hulusi Dosdoğru ve Mihri Belli.
Suat Derviş, 1944’te Zeynep İçin romanını yazar. Aynı yıl Biz Üç Kardeşiz, Fosforlu Cevriye, Çılgın Gibi romanları gazetelerde tefrika edilir. SSCB’ye 1937 yılında yaptığı ziyaretteki incelemelerini, 1944’te “Neden Sovyetler Birliği’nin Dostuyum?” adıyla Arkadaş Matbaası’ndan çıkarır. Aynı yıl TKP Soruşturmaları ve tutuklamaları çerçevesinde -1944 tevkifatıyla- eşi Reşat Fuat Baraner ile birlikte kaldıkları ev basıldıktan sonra gözaltına alınır ve tutuklanır. Sorgu sırasında çocuğunu düşüren yazar, Reşat Fuat Baraner’i sakladığı ve “yasadışı” Türkiye Komünist Partisi’ne katıldığı gerekçesiyle yargılandığı davaya bağlı olarak 8 ay tutuklu kalır.
Hapisten çıktıktan sonra büyük sıkıntılar yaşar. Geçimini sağlamak için Almanca, İngilizce ve İtalyanca çeviriler ve editörlük yapar. Tiyatro piyesleri ve radyo skeçleri yazar. 4 Aralık 1945 günü İstanbul Üniversite’nin önünde toplanan Turancı ve İslamcı gençlerden oluşan kalabalık bir grup Tan gazetesinin önüne gelir. Burada “Allah Allah!“, “Komünistlere Ölüm!” diye slogan atıp ardından da gazeteyi ve matbaayı yakıp yıkarlar. Suat Derviş, olayı uzaktan izler. İlerleyen günlerde, bu olayla ilişkili olarak gazetenin sahibi olan Sabiha ve Zekeriya Sertel’in yargılanmaları da Suat Derviş’i iç dünyasında çok etkiler.
O dönemde pek ses getirmeyen ama ileride başyapıtlarından kabul edilecek romanları okuyucuyla buluşur. Fosforlu Cevriye, Son Telgraf’ın ve Gece Postası’nın sütunlarında, Zeynep İçin (Ankara Mahpusu) ise Haber’de tefrika hâlinde yayımlanır. 1947’de ‘Büyük Ateş’, 1950’de ‘Yaprak Kıpırdamasın’ romanları tefrika edilir.
Demokrat Parti iktidarının çıkardığı af kanunu ile 14 Temmuz 1950’de Reşat Fuat tahliye edilir ancak 26 Ekim 1951 günü ise büyük komünist tevkifatı nedeniyle yeniden tutuklanır. 1951’de Fuat Baraner’in tekrardan tutuklanmasından sonra yaşadığı sıkıntılar ve kendisinin de yeniden tutuklanma olasılığına karşı Suat Derviş 1953 yılında ablası Hamiyet Hanım yanına İsveç’e gider. Derviş’in yazıları, bu dönemde Avrupa’da çeşitli gazete ve dergilerde görülmeye başlar. 1957’de Le prisioner d’Ankara (AnkaraMahpusu) Fransızca olarak yayınlanır. 1958’de, Les ombres du yalı (Yalının Gölgeleri) basılır. Fransa’da Les Lettres Français dergisinde “‘Fukara Ölüsü’ adlı uzun bir öyküsü yayınlanan Derviş’in, bu dönemde Horizon, Les Femmes d’Aujourdhui, Les Femmes Françaises, Eve ve Antoinette adlı dergilerde ve Parisien Libre gazetesinde öyküleri ve romanları yayınlanır.
Batı Almanya’da Kölnischer Anzeiger, Morgenpost ve Bild gibi gazetelerde makaleleri, Avusturya’da Volksstimme gazetesinde öyküleri, çeşitli Avrupa dillerine çevrilen romanları da önde gelen dergilerde dizi olarak yayınlanır. Yıldızının asıl parladığı dönem ise ablası Hamiyet Hanım ile birlikte uzunca süre yaşadığı Paris dönemidir. Paris’te edebiyat çevrelerine çok dikkat çekici bir giriş yapmışlardır. İki kız kardeş, Fransız Komünist Partisi’yle olan ilişkileri aracılığıyla Fransa’da ilerici sol entelektüel ortama girer. Derviş bu yıllarda Europe dergisinde Maksim Gorki, Virginia Woolf ve Aragon gibi isimlerle beraber yer alır. Türkçe bazı eserleri bu yıllarda Fransızca, Bulgarca ve Rusçaya çevrilir.
Reşat Fuat Baraner’in hapisten çıkmasının ardından ülkesine dönmeye hazırlanan Suat Derviş’in kapısını ansızın bir kadın ve bir erkek kapısını çalar. Bu kişiler Derviş’ten Sovyetler Birliği Komünist Partisi Polit Bürosu’nun TKP’nin yurtdışında örgütlenmesine yönelik bir mesajı Reşat Fuat’a götürmesini isterler. Bu söz konusu görevlendirmede Zeki Baştımar ve Nazım Hikmet’in de görev aldığı belirtilir.
1963 yılında yurda dönen Derviş, kendisine iletilen mesajı Türkiye’ye gelir gelmez Reşat Fuat’a iletir ancak bu karara Reşat Fuat tarafından sıcak bakılmaz. Bu anlaşmazlıkta Reşat Fuat ile Zeki Baştımar arasında olan bir sorun etkili olur. Reşat Fuat, hapisten çıktıktan sonra arkadaşı Behice Boran’ın eşi Nevzat Hatko’nun Karaköy’deki tercüme bürosunda çalışmaya başlar. Bu yıllarda da çalışmaları nedeniyle yine polis baskınlarına maruz kalırlar.
Suat Derviş bu yıllarda takma adlarla yazdığı roman, öykü, çocuk masalları ve tercümeler ile yaşamını sürdürür. “Fosforlu Cevriye” ve “Ankara Mahpusu” romanlarını 1968’de May Yayıncılık toplu halde basar. Derviş, yazarlığın yanı sıra yine politik yaşamın da yine içindedir.
Suat Derviş, 12 Ağustos 1968’de eşi Reşat Fuat Baraner’i kalp krizi sonucu kaybeder. Baraner’in cenaze törenine o dönemin önemli devrimci isimleri katılır ve arkadaşı Mihri Belli de mezarı başında bir konuşma yapar. Derviş, eşinden 2 yıl sonra 1970 yılında bu kez ablası Hamiyet Hanım’ı kaybeder. Her iki kayıptan da çokça etkilenen Derviş’i artık daha zor bir yaşam beklemektedir. Gözlerinde yaşadığı ciddi görme kaybı nedeniyle yazmaya ara verir. Moskova’da 1970 yılında bir gözünden çokta başarılı olmayan bir katarakt ameliyatı geçirir. Ameliyat sonrasında Bulgaristan’a uğrayan Suat Derviş, Fahri Erdinç ve İbrahim Tatarlı ile görüşür ve onlara anılarını anlatır. Her iki yazarın hazırladıkları Gözleri Sargılı Kadınadlı yazı, 1983 yılında Sofya’da yayınlanan Ateş Çizgisinde Kadın İsimleri adlı kitapta yer aldı.
Sağlığı biraz düzeldikten sonra -aynı yıl 7 Kasım 1970’de- Derviş, Neriman Hikmet, Taylan Özgür’ün annesi Necla Özgür ve diğer arkadaşlarıyla Devrimci Kadınlar Birliği’ni kurar. 7 Mart 1971’de Dünya Demokratik Kadınlar Gecesi’nde açılış konuşmasını yapar. Yaşamının sonuna dek yaşadığı tüm sorunlara ve sıkıntılara rağmen üretkenliğini ve mücadelesini sürdürür. Necla Özgür’ün kızı, Taylan Özgür’ün kız kardeşi Hale ve Mustafa Lütfü Kıyıcı yaşamının bu son döneminde genç arkadaşları olur. Şişli’de bulunan evinde birçok devrimci genci saklayan Derviş, bu yılarda da polis ve devlet baskısından kurtulamaz. Sağlık sorunlarına rağmen gözaltına alınır ve kısa süre tutuklanır.
Suat Derviş bu dönemde çok ciddi ekonomik sıkıntılar yaşamaya başlar ve ev kirasını ödeyemez hale gelir. Yaşamının son günlerinde İstiklal Caddesi üzerinde bulunan Suriye Pasajı’nda kiraladığı bir izbe bir odada yaşamaya başlar. Bu durum üzerine “Perensaz Hanımla Derviş Paşa’nın torunu, saraylı Hesna hanımla evli Prof. İsmail Bey’in kızı, Babıali’nin prensesi, bundan böyle bu izbede yaşayacak” diye söylentiler çıkar. Her şey rağmen Suat Derviş bu zamanlarda Gülriz Suriri için Fosforlu Cevriye romanını seneryoya dönüştürür.
Son günlerinde gözleri görmediği için gazete okuyamayan ve yazı yazamayan Suat Derviş artık haberleri radyodan dinlemektedir. Bir rivayete göre de; o gece, 5 Mayıs 1972 gecesi Deniz, Yusuf ve Hüseyin’in idam edileceğini de radyodan öğrenir. Sağlık durumu bu izbe yerde daha da kötüleşen Suat Derviş, şeker hastalığına bağlı olarak akciğer ve kalp yetmezliği gibi ağırlaşan sağlık sorunları sebebiyle kaldırıldığı Kasımpaşa Askeri Deniz Hastanesi’nde 23 Temmuz 1972 günü 67 yaşında sabahın erken saatlerinde hayata gözlerini yumar.