“Coğrafya kaderdir” lafı ne kadar bilimseldir? Coğrafya, gerçekten kader mi? – Ahmet Özkaya*
26/05/2020İnsanların gelişim süreçlerini açıklamak için tarih sürecinde çeşitli hipotezler ortaya atılmıştır. Eleştirel düşüncenin Antik Yunan medeniyetinde başladığı esas alınırsa yeryüzündeki çevre ve insanlar arasındaki farklılıkları anlamak için en önemli çıkarımları Antik Yunan’dan başlatabiliriz. Bu hipotezlerden bir tanesi olan çevresel determinizmin tarihini de ilk çağ düşünürlerine kadar geri götürebiliriz.
Hipokrat, Platon, Aristo ve Strabon gibi düşünürler, Antik Yunan medeniyetinin neden diğer bölgelere göre daha ileri olduğu sorusuna cevap aramışlardır. Neden sıcak ve soğuk iklimler gelişmiş medeniyetlere ev sahipliği yapmamaktadır? Gelişmiş, uygar toplumlar neden orta iklim kuşağı ya da ılıman iklimde ortaya çıkmıştır? Bu sorulara en makul açıklama çevresel faktörlerin kültürel gelişim ile ilişkisi gibi görülebilir. Aristoteles, iklimleri sınıflandırarak bu soruya verilecek cevabın öncülerinden olmuştur. Büyük bir uygarlık olarak bilinen Persler, Antik Yunanlılar tarafından barbar ilan edilmiştir. Aynı şekilde Çinli coğrafyacıların yapmış olduğu haritalarda çizilen halkaların en içi en uygar topluluk olan Çinlileri, en dış halka soğuk bölgelerde yaşayan barbarları göstermektedir.
Çevresel determinizmin en somut örneklerini görebileceğimiz kişi ise orta çağın büyük düşünürü ve sosyoloğu olan İbn Haldun’dur. İbn Haldun Mukaddime kitabının birinci bölümünde “İklimlerin ve beslenmenin insan yaşamı ve uygarlıklar üzerindeki etkileri” üzerine yazmıştır. İbn Haldun iklimler hakkında sınıflandırmalar yaparak hangi iklim türünde insanlar nasıl davranışlar sergilemektedir? Sorularını yapmış olduğu gözlemlerle cevaplamaya çalışır. Örneğin Mukaddime kitabında Sudanlılar ile ilgili şunları belirtir:
Sudanlıların tabiatlarında umumiyetle hafiflik, kararsızlık, kaygusuzluk (endişesizlik), oyun ve eğlence düşkünlüğü görüyoruz. Onlar her türlü musiki nağmeleriyle dans etmeye düşkündürler; her bölge ve her yurtta ahmaklıkla (zekâca az gelişmiş) vasıflandırılır. Bunun doğru sebebi, hikmet ilminin uygun bir bölümünde anlatıldığı ve tespit edildiği gibi, sevinç ve neşe (hayvani ruh) adı verilen, lâtif olan buharın yayılması ve çoğalmasının bir sonucudur. Kaygu (endişe) ise bu buharın buruşması ve yoğunlaşmasından ileri gelir.
İbn Haldun’un bahsetmiş olduğu buhar kavramı insana neşe veren bir esintidir. Bu durum ortadan kaybolunca endişe hali hâkim olabilmektedir. İbn Haldun diğer bir tanımında iklim farklılıkları ile ilgili şunları ifade eder:
Bireylerin fiziki ve aktöresel (ahlaki) özellikleriyle yaşadıkları bölgelerdeki iklim koşulları arasında doğrudan bir ilgi vardır. Çok sıcak ve çok soğuk bölgelerde doğup yetişen bireylerin fizyolojik özellikleri, örneğin deri ve göz renkleri, ılıman iklimlerin egemen olduğu yörelerdeki bireylerinkinden yalnızca bu etkenler nedeniyle değişiklik gösterir. İklimdeki düzeyli değişim kendini deri renklerinde de göstermektedir. Sıcak yörelerde yaşayan bireylerde gözlenen yeğni (hafif) yaradılışlık (meşreplik), ivedilik (çabukluk) ve zevke düşkünlük, ılıman yörelerde yaşayan bireylerin davranışlarında ortaya çıkan yeğnilik (rahatlık), soğuk iklimlerde yaşayan bireylerde gözlenen özen ve önleme yönelik vurgu, bireylerin kişilik özellikleriyle yaşadıkları iklim arasında bir ilişki olduğunu göstermektedir. Sıcak iklimlerde yaşayan bireyler ılıman iklimlerde yaşamaya başladıklarında sıcak iklimin özelliklerinin onlardan giderek silindiği görülmektedir.
İbn Haldun’un kendi dönemi içerisinde yapmış olduğu gözlemleri sayesinde ulaştığı sonuçlar daha sonraları çok önemli olmuştur. Kendisinden sonra gelen coğrafyacılar ve sosyal bilimcilerin İbn Haldun’u takip ettiğini görürüz. Mukaddime kitabı okunduğunda İbn Haldun genel olarak çevresel faktörlerin önemine vurgu yapsa da tarihsel, kültürel özelliklere de vurgu yapar. Katı bir çevresel determinist olmamıştır. En önemlisi ise İbn Haldun bu görüşleri emperyalizm ve ırkçılık adına söylememiş olmasıdır. 19. yüzyıl Avrupa’sındaki çevresel deterministlerden farklı olarak kendi dönemi içerisinde belki de getirilecek en makul açıklamayı yapmıştır. Yazının aşağı kısımlarında çevresel determinizm ve sömürgecilik ilişkisi ele alınırken, İbn Haldun gibi büyük bir düşünür ve modern sosyolojinin kurucusunun bundan bağımsız olduğunu tekrar hatırlatırız.
Avrupa’da çevresel determinizm
Keşifler çağıyla birlikte başlayan sömürgecilik İspanyollar, Portekizliler ve geçte olsa İngilizler tarafından yapılmıştır. Avrupa’nın tamamından büyük olan verimli toprakların keşfedilmesi sömürü ve zenginliği de beraberinde getirir. Yerli Amerikalıların sömürülmesi ve altınlarına el konulması, yeni yerleri keşfetmenin ötesinde sömürü faaliyetlerine dönüşmüştür. Kristof Kolomb, Ferdinand Macellan, Vasco de Gama, Bartolomeu Dias ve diğer kaşiflerin keşifleriyle coğrafya bilimi de giderek önemli hale gelmiştir: Avrupa’nın bu üstün duruma geçmesi, coğrafi çalışmalara da yansımıştır.
Yeni yerler keşfedildikçe, keşfedilen yerlerin fiziksel özelliklerinden kültürlerine kadar büyük bilgi yığınları coğrafyacılar tarafından incelenmeye başlar. Bu sayede coğrafya biliminin en önemli çalışma alanı bulacağı kıta, Avrupa olur. Sosyal, siyasal ve tarihsel süreçlerin uygun olduğu 19. yüzyılda bilimsel gelişmelerle birlikte çevresel determinizmi savunan coğrafyacılar artmaya başlamıştır. İskoç coğrafyacı Neil Smith’e göre dönemin şartları gereği çevresel determinizme büyük bir ilgi olmuştur.
19. yüzyılın sonlarında Alman coğrafyacı Friedrich Rätzel sayesinde canlandırılmış olan çevresel determinizm, coğrafyanın en önemli teorisi haline gelmiş, modern coğrafyadaki en önemli aşamasına yükselmiştir. Ratzel’in teorisi, 1859’da Charles Darwin’in Türlerin Kökeni‘nin yayımlanmasıyla mevcut olan desteği daha da güçlendirmiştir.
Çevresel determinizm, Rätzel’in öğrencisi, Clark Üniversitesi’nde profesör olan Ellen Churchill Semple’ın teoriyi tanıtmasıyla 20. yüzyılın başlarında ABD’de popüler hale gelir. Rätzel’in ilk fikirleri gibi, Semple’de evrimsel biyolojiden etkilenmiştir.
Rätzel’in bir diğer öğrencisi Ellsworth Huntington, Semple ile aynı zamanda teoriyi genişletmek için çalışmıştır. Huntington’ın çalışması, 1900’lerin başında iklimsel determinizm adı verilen bir çevresel determinizmin alt dalına yol açmıştır. Teorisine göre bir ülkedeki ekonomik gelişmenin ekvatordan uzaklığına bağlı olarak tahmin edilebileceğini belirtir. Kısa büyüyen mevsimlere sahip ılıman iklimlerin başarıyı, ekonomik büyümeyi ve verimliliği teşvik ettiğini belirtir. Kendisinden önce bu fikirlere yakın görüşler olsa da evrim teorisi sayesinde tıpkı sosyal darwinistler gibi, güçlü bir şekilde savunulacağını düşünmüşlerdir. Çevresel determinizm, 1920’li yıllardan sonra eleştirilip etkisini büyük oranda kaybetse de bazı coğrafyacılar tarafından bilinçli ya da bilinçsiz bir şekilde savunulmaktadır.
Ellen Semple, The Influences of Geographic Environment, on the Basis of Ratzel’s System of Anthropo-Geographie (Coğrafi Çevrenin Ratzel’in Antropocoğrafi Sistemine Dayalı Etkileri) adlı kitabının girişinde şunları ifade eder:
İnsan, yeryüzünün sunduğu bir üründür. Bu, insanın yeryüzünün sadece bir çocuğu olduğu anlamında değil aynı zamanda yerin ona bir annelik yaptığı, onu beslediği, ona görevler verdiği, düşüncelerini yönlendirdiği, ona vücudunu ve aklını güçlendirecek zorluklar verdiği, ona denizlerde seyahat (navigasyon) ve yeryüzünde sulama gibi problemleri ve zaman zaman da bunların çözümü için ipuçları verdiği anlamındadır.
Abraham Moles tarafından yazılan Belirsizin Bilimleri: İnsan Bilimleri için Yeni Bir Epistemoloji kitabında Laplace tarafından şu alıntıyı paylaşır:
Belirli bir anda, doğayı yöneten tüm güçleri ve onu oluşturan varlıkların birbirlerine göre karşılıklı durumunu bilen bir zekâ olsaydı ve bu zekâ, öte yandan, tüm bu verileri çözümleyebilecek kadar geniş olsaydı, evrenin en büyük cisimlerinin hareketleri ile en hafif atomlarının hareketini aynı bir formül içinde toplayabilirdi; onun için hiçbir şey belirsiz olamaz, geçmiş kadar geleceği de bilirdi. İnsan zihninin hakikati araştırma yönündeki tüm çabası, onu, tasarladığımız bu zekaya sürekli yaklaştırmaya yöneliktir.
Eğer bizim dışımızda çok zeki varlıklar (uzaylılar) bizi izleselerdi, deterministik bir evrende geçmişimizi ve geleceğimizi mutlak olarak bilebilirlerdi. Doğaya bağlı olan insanlarda tabii olarak deterministik yasalara bağlı olduklarından A’nın B’ye ve C’ye olan nedeni gibi hepsi bir zincirin halkasını oluşturmaktadır. Nasıl ki sıra sıra dizilmiş taşların en başındaki taş hareket ederse, en son taşın ne olacağını son taş düşmeden tespit edebiliriz. Ünlü Fransız felsefeci Victor Cousin tarafından daha da ileri giderek şu açıklama yapılmıştır:
Bana bir harita verin, size a priori olarak, söz konusu ülkenin insanlarının nasıl olacağını, o ülkenin tarihte nasıl bir rol oynayacağını rastlantısal olarak değil ama bir zorunluluğun gereği olarak söyleyebilirim.
Bu ifadelere göre coğrafi geziler yapmadan sadece teorik çalışmalarla hatta daha da basit olarak harita çalışmalarıyla ülkelerin geçmiş ve geleceği bilinebilir.
Günümüzde yeni çevresel determinizm, Sachs ve Diamond’ın çalışmalarıyla tekrar ortaya çıkmıştır. Tüfek, Mikrop ve Çelik kitabında Diamond, geçmiş çevresel deterministlerden çok farklı görüşler savunmamakla birlikte, gelişmemiş ülkelerin tek ve kesin sebebini çevrenin kader olmasına bağlar.
Sosyal bilimlerde determinist görüşler sadece çevresel determinizmden ibaret değildir. Örneğin tarihselcilik görüşü de tarihi süreçleri göz önüne alarak determinist açıklama getirmektedir. Hangi tarihi zaman diliminde doğarsanız doğun, hangi toplumda var olursanız olun birey, tarihsel şartlar tarafından oluşturulmuştur. İngiltere’de doğarsanız İngiliz toplumunun kültürel, siyasal, sosyal ve ekonomik şartları altında yaşamınızı sürdürürsünüz. Somali’de doğarsanız, bu ülkenin yukarıda sayılan özellikleri ile yaşarsınız. Bu durum insanın seçme özelliğinin aksine tarihsel süreçler tarafından belirlenmiş bir olgudur.
İnsanın seçme yeteneğinin olmadığını belirten tarihselcilik görüşüne göre insan mekanik bir canlıdan çok farklı olarak görülmez. Doğulan ülkedeki tarihsel süreçlerle ortaya çıkan yaşamı seçen birey değildir. Geçmiş tarihsel süreçlerden gelen bilgi birikimini, toplumun dinamiklerini oluşturan yapıyı, toplumda doğan bireyler seçmez. Yaşadığı toplumda birey, tarihsel süreçlerin bilgi birikimiyle oluşan yapıyı değiştirme durumu da bulunmamaktadır. Çünkü birey, tarihsel bir sürecin içerisinde bulunup ancak bu belirlenimciliğin seyrine göre şekillenir. Diğer bir ifadeyle, bireyin sorumluluğu olmayıp, seçim hakkı toplumun tüm yaşam dinamiklerinin ürünü olan tarihi seyirlerle ortaya çıkmaktadır. Türkiye’de doğan bir birey, bu toplumun tarihsel belirleniminin etkisindedir. Türk tarihini şekillendiren olgular neler ise, birey onun küçük bir parçasıdır. Ne yapılırsa yapılsın birey, bu belirlenimcilikten kaçamaz.
Sosyolojizm (Toplumsalcılık)
Toplumsalcılık ya da sosyolojizm, sosyolojiden farklı olarak toplumsal süreçlerin determinist olduğunu savunur. Tarihselcilik ve doğal süreçleri bir dereceye kadar kabul etse de ana etken toplumun belirleyiciliğidir. Yaşanılan toplumda bireyler, toplumsal süreçler tarafından şekillendirildiği için, toplumsal yasalar çerçevesinde hareket etmektedir. Toplumun koymuş olduğu genel kurallar dışında hareket etmek mümkün olmamaktadır. Yaşanılan yerin genel özellikleri dışına çıkıldığında, toplum tarafından dışlanma meydana geleceği için bireylerde bu kurallara uymak zorundadır. Sosyolojizm’de toplumsal gücün etkisiyle konan kanunlarla beraber, halk arasında kültürel alışkanlıklarda yaşatılabilir.
Amazon ormanlarında doğan kişi, yaşayacağı bölgeyi kendisi mi seçmiştir? Ya da gelir düzeyi yüksek olan bir toplumda yaşamayı siz mi seçtiniz? Feodal bir toplumda yaşamayı seçen birey midir yoksa toplumun belirleyiciliği midir? Toplumsalcılığa göre hayır olan bu cevabın en iyi açıklaması, yaşadığınız toplumun kader olarak açıklanmasıdır.
Hukuksal determinizm
Hukuksal determinizm, diğerleriyle benzerlikleri olan bir argümandır. Argümana göre hukuk kuralları tarafından belirlenen toplum ve birey, bu kurallar çerçevesinde hareket etmek zorundadır. Hukuk kurallarına aykırı hareket edilmesi halinde cezai yaptırımlar uygulanacağı için bireyler eylemlerini özgürce yapamazlar. Devletin oluşturduğu kurallar, bireyin özgür iradesinin dışında bir olgudur. Bu duruma göre, tıpkı bir yazılımcı tarafından programlanan ve oluşturulan kurallar dahilinde hareket etmek zorundasınızdır.
Biyolojizm
Biyolojizm, biyolojiden farklı olarak insanın biyolojik bir canlı olduğunu ve biyoloji yasaları tarafından belirlendiğini savunur. Materyalizmden farklı olarak insanı hem fizyolojik hem de psikolojik özellikleriyle ele almaktadır. Bireyden topluma kadar görülen tek gerçeklik, insanın bu yasalara tabii olduğu ve onun dışında olamayacağıdır. Biyolojik özellikleriniz tarafından insana verilen sınırlar dahilinde hareket edilebilir ve bu durum aşılamaz. İnsanın tüm eylemleri sadece yanılsamadan ibarettir. Biyolojik özellikler sayesinde ortaya çıkan psikoloji, biyolojik sınırlılıklar dahilinde bulunmaktadır. İnsan zihninin altında yatan olguların hiçbirisi insanın kendi seçimi olmayıp, dış uyaranlar tarafından belirlenir. Çevrede gördüğümüz tüm insan davranışları sadece bilinç altının yansımasıdır.
Bu görüşe göre cinayet işleyen, tecavüz ve hırsızlık yaban bir birey, günümüz hukuk sistemlerinde suçlansa bile özgür irade olmadığı için suçlu değildir. Çünkü suç olarak adlandırılan eylemleri birey kendi özgür iradesiyle değil determinist kuralların belirlediği yasalar dahilinde yapmaktadır. Bu açıdan suç işleyen bireyi toplumsal yapı gereği davranışından dolayı suçlasak ta aslında suçlu değillerdir. Sokakta yürürken elinde bıçakla insanları yaralayan insanı hangi kriterlere göre suçlayabiliriz? Özgür iradesi olmayıp zihnin altında yatan dış etkenler sonucu beyni harekete geçiren bu normlar, bireyi bu şekilde davranmaya zorlamaktadır. Bireyin özgür iradesinin dışında gelişen bu olay ve olguları birey kendi seçimi gibi algılasa da sadece bir yanılsamadan ibarettir.
Diğer determinist kuramlar olan mekanik determinizm, ekonomik determinizm, deneysel determinizm, ahlaki determinizm de yukarıda sayılanlara yakın bir görüşü savunmaktadır.
Çevresel determinizm savunması
Afrika, Orta Amerika ve Güney Asya ülkeleri neden fakirdir? Çünkü çevresel şartlar sebebiyle tarıma elverişsiz olan topraklarda sürekli yiyecek sorunları ortaya çıkmıştır. Özellikle, tropikal iklimlerde yeşillik gür olsa da aşırı yağmurlar bu ülkelerin gelişimini hep sınırlamıştır. İnsan yaşamı için verimsiz olan iklimin en büyük sorunu, hastalıkların ortaya çıkmasına olan elverişliliğidir. Afrika’da çok yaygın olan sıtma hastalığı yüzünden her yıl yüz binlerce Afrikalı birey yaşamını yitirmektedir. Ayrıca AİDS hastalığının Afrika’dan geldiği tespit edilmiştir. Hastalıklara elverişli olan iklim ve verimsiz topraklar, Afrikalıların medeniyet kuramamalarına sebep olduğu gibi gelişen ülkeler tarafından sömürülmeye de mahkumlardır.
Doğanın sıradan bir parçası olan insanı diğer canlılardan üstün yapacak kriter yoktur. Doğal döngüde var olan canlılar arasındaki çatışmalar, niçin biyolojik bir insanda olmamalıdır? En iyi uyum sağlayan canlılar, dünyanın birçok bölgesinde varlığını sürdürmektedir. Örneğin karıncalar gibi sosyal canlılar bunun bir örneğidir. Gelişmiş batı uygarlığı da doğanın bir kanunu gereği iklimsel elverişliliğe üstünlüğü sayesinde güçsüz ülkeleri sömürmek zorunda kalmıştır. Eğer sömürgeleştirme olmasaydı bugünkü bilim, teknoloji ve medeniyet ortaya çıkamayabilirdi.
Çevresel deterministler, dünyadaki tüm ülkelerin sosyal, siyasal, ekonomik ve ahlaki özelliklerini iklimin özelliklerine bakarak açıklayabileceklerini savunmaktadır. Aynı iklimsel şartlara bakıldığında aynı siyasal, sosyal ve kültürel özellikler karşımıza çıkmaktadır. Örneğin gelişmiş batı uygarlığı bunun en önemli nedenidir. Niçin Antik Yunan, Roma ve Modern Avrupa uygarlığı Avrupa kıtasında ortaya çıkmıştır? Bu tesadüf olabilir mi? Çevresel deterministler, Avrupa kıtasının iklimsel özelliklerinin yanı sıra konumunun özellikleri sebebiyle bu avantajı sağladığını savunmuşlardır.
Montesquieu 19. yüzyıl sonlarına doğru zenginlik ve yoksulluğun çevresel koşullar ile ilgisini ortaya koymuştur. Ona göre tropikal iklimlerdeki insanlar, tembelliğe eğilimli ve merak duygusundan mustariptirler. İklimin getirdiği bu dezavantaj sebebiyle ortaya çıkan tembellik ve merak yoksunluğu gelişmiş toplumları ortaya çıkarmamaktadır. Genellikle barbarlık, suç oranlarının yüksekliği ve ahlaki yoksunluk iklimin bir yansımasıdır. Ilıman iklimlerde yaşayan bireyler ise iklimin getirdiği avantajlar sebebiyle çalışkan, meraklı, rasyonel düşünmeye eğilimli ve ahlaklı olmaktadırlar. Büyük medeniyetlerin ortaya çıkmasının en önemli sebebi coğrafi özelliklere olan borçtur.
Çevresel deterministler, dağlarda çetin şartlarda yaşayan insanları örnek gösterirler. Dağ şartlarında yaşayan insanlar genellikle kaba, zekâ düzeyi ortalama ya da altında ve vahşi dürtüleri ağır olabilmektedir. Çünkü dağ yaşamının çetin zorlukları bireyleri istemsizce buna zorlamaktadır. Ayrıca sıcak iklimlerin diğer bir dezavantajı ise duygusallığın ortaya çıkmasıdır. Örneğin soğuk iklimlerde yaşayan bireyler, çevresel ve iklimsel faktörler yüzünden çalışkan ve duygusal yoğunluğu daha az olmaktadır. Sürekli çevresel şartlara karşı olan mücadele, onları düşünmeye ve doğa ile baş etmeye yönlendirse de çevresel şartların insan yaşamına uygunsuzluğu gelişmiş medeniyetleri ortaya çıkaramamıştır. Kuzey ve Güney kutup dairelerinde hiçbir medeniyetin gelişmemesinin en büyük sebebi de iklim olmaktadır.
Jared Diamond tarafından Tüfek, Mikrop ve Çelik kitabında savunulan çevresel determinizme göre orta iklim kuşağı, yaşayan medeniyetlere büyük avantajlar sağlar. Orta iklim kuşağında at, koyun, keçi, sığır gibi hayvanların bol oluşu dolaylı olarak kültürleri de geliştirmiştir. Sıcak iklimlerde ise bu tür hayvan azlığı kıtlıklara sebep olmuştur. Orta iklim kuşağında kolayca yetişen buğday ve diğer tarımsal ürünlerin varlığı kültürlere de yansıması sayesinde gıda bolluğu sonucu gelen refah, bilimsel, teknolojik gelişmelere ilaveten medeniyeti ortaya çıkarmıştır.
Afrika’da buğday yerine mısır üretimi ve onun sınırlılıkları büyük dezavantaja neden olmuştur. Afrika’nın diğer bir sorunu da bölgeler arası su kıtlığı ve su fazlalığı gibi tezatlıkların olmasıdır. Orta iklim kuşağında ise su daha dengeli ve akarsular sayesinde yerleşen ilk medeniyetler, tarım ve hayvancılığı geliştirerek büyümüşlerdir. İklim sayesinde gelişen kültür ve onun dolaylı yansıması olan demirin bulunması çeşitli silahlar üretilmesine olanak sağlamış, bu sayede üstün konuma geçmişlerdir. Ayrıca Amerika kıtasına ilk ayak basan Avrupalılar, çeşitli bulaşıcı hastalıkları yerli Amerikalılara bulaştırarak kitleler halinde ölümlerine yol açmış, kıtanın ele geçirilmesini de kolaylaşmıştır.
Orta iklim kuşağının doğu-batı yönünde olması ve iklimsel farklılığın az olması ancak Amerika kıtasının kuzey-güney yönünde olması sebebiyle iklimsel farklılıklarda fazladır. Orta iklim kuşağı hem çok geniş hem de tarımsal, hayvansal olanaklar bakımından zengindir. Bu sayede nüfusu iyi bir şekilde besleyebilmiştir. Amerika kıtası tam tersi kuzey ve güney yönünde uzanması ve tarım olanakları kısıtlılığı büyük nüfusların olmasına imkân tanımamış ve iletişimde kopuk olmuştur.
Jared Diamond, 19. Yüzyıl deterministlerinin aksine toplumları aşağılamak yerine daha insancıl bir yorum yaparak tepkileri azaltmaya çalışsa da geçmiş determinizmden çok farklı bir savunma yapmayıp sadece onu günümüze uygun bir dil kullanarak sunmaya çalışmaktadır. 2003 yılında Antipode dergisinde yapılan bir derlemede, bir dizi önde gelen beşerî coğrafyacı Diamond’ın çalışmasını incelemiştir. Andrew Sluyter bunu “önemsiz bilim” diyerek eleştirmiştir.
Sahra altı Afrika ve Orta Amerika gibi gelişmemiş ülkeler, maden açısından zenginlikleri olsa da bunları çıkaramamıştır. Tembelliğe elverişli iklimsel şartlar, teknoloji üretimini de ortaya çıkaramadığından göçebe ve kabile hayatında kalmaya devam etmişlerdir. Örneğin Güney Afrika’da büyük elmas madenlerini Avrupalılar gelişmiş teknolojileriyle çıkarmaktadır. Eğer Avrupalı gelişmiş ülkeler çıkarmasaydı zaten Afrikalılar hiçbir zaman altını büyük oranda çıkarıp zengin olamayacaktı. Bu nedenle gelişmiş teknoloji sayesinde çıkarılan çeşitli madenler Avrupalıların hakkıdır.
Çevresel determinizm perspektifine göre eğer Afrika ülkeleri gelişmemişse bu durumun nedeni sömürge değil çevresel şartlardır. Eğer sömürge faaliyetleri olmasaydı Afrika bugünkü gibi veya daha kötü şartlar altında bulunacaktı. Sömürge karşıtları tarafından ileri sürülen görüşlerin doğruyu yansıtmadığını savunurlar. Bu yüzden Avrupalılar sömürmeseydi bile Afrika’nın iklimi sebebiyle tarım faaliyetlerinin olanaksızlığı, hastalıklar ve süren savaşlar bu durumu bir şekilde engelleyecekti.
Ayrıca sömürgeleştirme faaliyetlerinin büyük avantajları da olduğu savunulur. Günümüz Afrika haritasına bakıldığında cetvel ile çizilmiş gibi bulunan düz çizgiler, İngilizler tarafından Afrika’daki iç karışıklıkların önlenmesinde büyük avantaj sunabilir. Eğer İngilizler sınırları belirlemeseydi daha büyük savaşlar ortaya çıkabilirdi. Avrupalılar sayesinde teknoloji ile tanışan bazı Afrika ülkeleri, tarımsal faaliyetlerin iyileşme göstermesi sayesinde ilerlemektedir. Bu durum sömürgeleştirmenin önemli bir avantajıdır. Afrika kıtasının en gelişmiş ülkesi olan Güney Afrika, sömürgeleştirme sayesinde bu konuma ulaşmıştır.
Hindistan’da yaygın olarak kullanılan İngilizce, karışıklıkları engellemektedir. Hindistan, günümüzde 21 tane resmi dili bulunan bir ülkedir. Ayrıca İngiliz sömürgesi sayesinde önemli üniversiteler olan Hindistan Teknoloji Enstitüleri, Jawaharlal Nehru gibi önemli üniversiteler, İngilizler sayesinde vardır. Bazı üniversitelerin dünya eğitim sistemindeki yaygınlığını gelişmiş medeni İngiliz eğitim sistemlerine borçludurlar. Bu durumla ilgili olarak Celal Şengör tarafından yazılan bir mektupta, kolanyalizmin dezavantajları olduğunu ancak büyük avantajları da olduğunu ifade eder. Hindistan ile ilgili şu açıklamaları yapmıştır:
Hindistan bir İngiliz kolonisi olmasaydı bugün böyle bir Hindistan’dan bahsedemezdik. Birbirinin dilini anlamayan yüz küsur devletçikten oluşuyor olurdu. Gandi Hindistan bağımsızlığı için öne sürdüğü fikirleri de Güney Afrika’da Avrupalı kolonistlerin okullarında öğrenmişti.
Anglosakson coğrafya ekolünde çevresel determinizm 1920’li yıllarda terkedilse de çevre bilimlerinde yeniden canlandırılmaya çalışılmaktadır.
Çevresel determinizme getirilen eleştiriler
Çevresel determinizm indirgemecidir. Sosyal olayların kompleks yapısı sebebiyle tek bir bakış açısından nedensellik ilişkisiyle açıklama olanağı bulunmamaktadır. Uygulanan sosyal araştırmalardan bilindiği üzere indirgemecilik ve nedensellik, var olan durumu tanımlamaktan uzak olduğu gibi diğer etkenleri önemsiz sayması sebebiyle gerçeklikleri de silikleştirilir. Diğer deterministlerden farkı sadece çevreyi ön plana çıkarmasıdır. Buna rağmen determinizmin ciddi kusurları bulunmaktadır. Getirilen en önemli eleştirilerden bir tanesi: Niçin aynı iklim aynı kültürel özellikler ortaya çıkarmamaktadır? sorusudur.
Çevresel determinizm bu soruya cevaplayamamaktadır. Bu durumun sebeplerinden bir tanesi sosyal, siyasal, ekonomik, tarihsel, kültürel vd. sebepleri görmezden gelmesi sebebiyle çıkarım olanağı olmamasıdır. Kuzey Kore ve Güney Kore aynı iklim şartlarına sahip olmasına rağmen niçin büyük bir eşitsizlik bulunmaktadır? Kuzey Kore’de kişi başına düşen milli gelir 1.700 dolardır. Güney Kore ise 32.774 dolar. İki ülke arasında bu kadar büyük fark olmasının nedeni çevrenin kader olmasından ziyade tarihsel süreçte iki ülke arasında yaşanan savaşlar, Güney Kore’nin dışa açılım politikaları ve teknolojiye olan yatırımları, sadece görünen kısmın birkaç sebebidir. Gerek iklim gerekse jeomorfolojik şekiller açısında birbirine üstünlüğü olmayan iki ülke arasındaki büyük fark, çevresel deterministlerin açıklayamadığı bir unsurdur.
Japonya deprem ülkesi ve tsunami felaketleriyle sıklıkla mücadele eden bir ülkedir. Maden açısından zenginliği de olmayan bu ülke gereken enerjisini dışarıdan ithal etmektedir. Her yıl hissedilen birkaç deprem yaşanması ve milyarlarca dolarlık zararlara rağmen, üstelik maden açısından fakir bulunmalarına karşı nasıl zengin olabilmiştir? Gerek ada ülkesi olması gerekse çevre devletler tarafından yaşanan çeşitli sorunlara rağmen gayri safi yurt içi hasılası 4.872 trilyon USD bulmaktadır. Kişi başına düşen milli gelir ise 48.556 dolardır. ABD ve Çin’den sonra tüm Avrupa ülkelerinden daha büyük ekonomiye sahiptir. Geçmişte Avrupa gibi sömürgecilik yapmamış olmasına rağmen bu durum çevresel determinizm perspektifinden açıklanabilir mi?
Meksika duvarı Nogales kentini ikiye bölmüştür. Toprakların kuzeyi ABD’yi güney kesimi ise Meksika’yı oluşturur. Aynı iklim, aynı çevre koşulları, Meksika duvarı tarafından ayrılsa da birbirine akraba olan iki topluluk, niçin Meksika tarafındaki Nogales’de büyük sefalet, ABD tarafında refahı ortaya çıkarmıştır? ABD tarafında yaşayan Nogales sakinlerinin yıllık gelirleri 30 bin doları bulmaktadır. Gençlerin tamamına yakını nitelikli eğitim kurumlarında okumaktadır. Sağlık sistemlerindeki gelişmişlik sayesinde halkın yaşam ömrü uzun olmakla birlikte, devlet, yaşlılar için çeşitli bakım masraflarını da karşılar. Gelişmiş yol ağı, internet, ulaşım ve elektrik sorunsuz sunulan birçok temel hizmetlerden sadece birkaçıdır. Suç oranlarının düşüklüğü ve insanların can güvenliklerinden endişe azlığı daha insani yaşam olanakları sunmaktadır. Ayrıca yatırım konusunda kente olan güven sebebiyle çeşitli fırsatlardan yararlanabilmektedir. Gelişmiş demokrasi sayesinde halk istediği yöneticiyi seçebilmekte, hoşnutsuzluk durumunda eyalet tarafından özgürce itirazlar önemli görülmekte, en önemlisi ise yönetici ve halkın şehri geliştirmek için birlikte hareket etmesidir. Aynı iklim ve çevre şartlarına rağmen niçin Meksikalılar ABD tarafına geçmekte, tam tersi olarak ABD’liler Meksika’ya geçmek istememektedirler?
Meksika tarafında ise tam tersi bir durum hakimdir. Okuma oranları çok düşük ve halkın çoğunluğunun lise diploması dahi bulunmamaktadır. Yollar arızalı, elektrik, internet ve sağlık sistemleri kusurludur. Sağlık sistemlerindeki gerilik sebebiyle bebek ölümleri artmakta ve 65 yaş üzerine çıkan nüfus ise çok az olmaktadır. 10 bin Dolar ya da altı olan milli gelir eşit dağılmamıştır. Suç oranlarının yüksek olmasına ilaveten yolsuzluk ve rüşvet olayları da diğer sorunlardan sadece bir kaçıdır. Özellikle iş kurmak için bile çok ciddi sorunlar bulunur. Çeşitli kuruluşlara rüşvet vermekle birlikte istikrarsız ekonomik durum yatırımcıyı çekmemektedir. Çevresel deterministlere göre kader olan çevre, burada kader olamamaktadır. Buradaki en büyük sorunlardan birkaçı geçmişte sömürgecilik faaliyetlerinin meydana getirdiği sorunların devam etmesi ve bununla ortaya çıkan siyasal sorunlardır.
Tropikal iklimlerde hakimiyet süren ülkelerin hep fakir olduğunu öne süren deterministlerin görüşleri doğruluktan uzak gibidir. Avrupalılar tarafından sömürülmeden önce büyük bir medeniyete sahip olan İnka, gelişmiş yollar, kültürel zenginlik, çeşitli tapınaklar ve tarımda kendilerince geliştirdikleri yöntemlerle yaşamaktadırlar. Aztekler’de dönemine göre büyük bir medeniyet kurmuşlardır. Yazıyı dahi diğer eski dünya karalarından bağımsız olarak keşfetmişlerdir. Avrupalılar Amerika’yı sömürmeden önce Kuzey ve Güney bölgeler yani ılıman iklimin hâkim olduğu alanlarda medeniyet hiç gelişmemişken tam tersine Aztek ve İnka medeniyetleri günümüzde Peru, Bolivya, Orta Amerika ve Meksika devlerinin oluşturduğu topraklarda hakimiyet kurmuşlardır. Avrupalılar sömürmeden önce kendi geliştirdikleri teknikler sayesinde kıtlığa karşı mücadele yöntemleri oluşturmuş, yiyecek, giyecek, barınma ihtiyaçları rahatça sürdürmüşlerdir. Tam tersine Avrupalıların gelmesiyle fakirleşmişler, biriktirdikleri altın ve gümüş gibi değerli eşyalar sömürgeciler tarafından zorla alınmakla kalmamış, zorunlu olarak çok ağır şartlar içerisinde kendi toprakları olmasına rağmen köle olarak çalışmak zorunda kalmışlardır. Çevresel determinist söylemlerinin tam tersine sömürge faaliyetleri sebebiyle giderek fakirleşmiş ve binlerce kişi ağır şartlar yüzünden yaşamanı yitirmiştir. Ayrıca eşitsizlikler sadece sınırlar arası değil bizzat ülkeler içinde de olabilmektedir. Türkiye’nin doğusu ve batısı arasındaki gelir düzeyi açısından eşitsizlik kaderden ziyade ekonomik süreçlerin dengesiz dağılımından kaynaklanmaktadır. Ülkeler içinde eşitsiz dağılım birçok ülke için büyük bir sorun teşkil etmektedir.
Avustralya ve Yeni Zelanda sanayi öncesi dönemlerde ılıman iklim özelliklerine sahip olmasına rağmen hiç gelişme göstermemiştir. Hindistan’daki Vijayangara ve Etiyopya’daki Aksum gibi bazı uygarlıklar ortaya çıkmış, ayrıca Pakistan’ın içinde kalan Mohenjo Daro ve Harrapo’daki İndus Vadisi uygarlıkları tropikal iklimde gelişme göstermiştir. Bu tarihi bilgilere göre bu durumun da coğrafyanın kader olmasıyla açıklama olanağı bulunmamaktadır.
“Sıcak ülkelerdeki yaygın hastalıklar(sıtma vd.) sebebiyle bu ülkeler gelişememektedir.” söylemi de çelişkiler barındırmaktadır. Hastalık sadece Afrikalılara ait değildir. Tarih boyunca insanlar hangi iklim bölgelerinde yaşarsa yaşasınlar hep var olmuştur. Örneğin Atina’da veba salgını (M.Ö. 430-427), Kara Veba (1346-1350), Büyük Londra Vebası (1665-1666), Tifüs Epidemisi (1847), Rus Gribi (1889-1890), İspanyol Gribi (1918-1920) ve burada sayamadığımız birçok yaygın hastalıklar sonucu milyonlarca insan tarih boyunca yaşamını yitirmiştir. Günümüz Afrika’sında çeşitli hastalıklar sonucu ölümlerin olması coğrafyanın kader olmasından değil sağlık koşullarının yetersiz olmasından kaynaklıdır. Hastalıklar coğrafya seçmeyip gelişen tıp imkanlarıyla mücadele edilmektedir.
“Tropikal iklim sebebiyle aşırı yağan yağmurlar toprağı verimsizleştirmekte ve tarımsal faaliyet verimsiz olmaktadır.” söylemi çevresel deterministler tarafından iddia edilen bir diğer görüştür. Tropikal iklimlerde toprak verimsizliğinden ziyade çiftçilik ile ilgili çeşitli problemler engel olmaktadır. Günümüzde çöl şartlarında bile tarım yapma olanakları ortaya çıkmıştır. Buna karşılık bol yağış alan ve bol yeşilliğin olduğu bölgelerde tarım, teknolojik müdahaleler ile neden ilerlemesin? Buradaki sorun toprağın verimsizliğinden ziyade teknolojik araçların düzensiz dağılışı ve çiftçilik ile ilgili hukuksal sorunlardan kaynaklıdır. Teknolojik gelişmişlik ile ilgili Hollanda ve Türkiye örnekleri verilebilir. Hollanda yaklaşık Konya büyüklüğünde bir ülke ve topraklarının bir kısmı deniz seviyesinin altında bulunduğu için uzun zamandır denizlerden toprak kazanmak için teknoloji sayesinde mücadele etmektedir. Buna rağmen 2016 yılında 94 milyar Euro’luk tarım ihracatı yapmıştır. Türkiye ise 2018 yılında tarım ihracatından 22 milyar 645 milyon 609 bin dolar gelir elde etmiştir. Bu durumun sebebi Hollanda’nın ikliminin ve jeomorfolojik özelliklerin Türkiye’den daha iyi olması mı yoksa gelişmiş ekonomi ve teknoloji üstünlüğümü daha iyi açıklama getirmektedir? Tarih boyunca birçok medeniyete ev sahipliği yapmış Anadolu toprakları Hollanda’dan geri değil aksine iklim, bitki ve jeomorfolojik açıdan çok üstündür.
Ortadoğu ilk medeniyetlere ev sahipliği yapmış olmasına rağmen neden günümüzde savaşlarla anılmaktadır? Çevresel determinizmin cevaplayamadığı diğer bir sorudur. Dünyanın ilk büyük medeniyetleri Ortadoğu’da ortaya çıktığı gibi ilk demirin kullanıldığı bölge Anadolu toprakları olmuştur. Sümer, Babil, Akad, Asur, Elam gibi ilk büyük medeniyetlere ilaveten Pers medeniyeti, Sasaniler, Emeviler ve Abbasiler gibi adını sayamadığımız diğer devletler bu topraklarda ortaya çıkmıştır. Bunlara ilaveten iklimsel olarak elverişli olmayan topraklarda bulunan Mısırlılar kendi dönemleri içerisinde büyük krallıklar kurmuşlardır. Ayrıca Ortadoğu dünyaca ünlü birçok bilim insanı, düşünür ortaya çıkarmış bu sayede biriken bu miras daha sonra Avrupa’ya geçmiştir. Geçmişin aksine siyasal açıdan karışık olan ve son 100 senedir savaşlarla anılan Ortadoğu geçmişte kader değilken son asırda kader mi olmuştur? Osmanlı İmparatorluğunun bölge için çeşitli dezavantajları ve geri çekilmesine karşın bu sefer İngilizler tarafından sömürülen ve kendi çıkarlarına uygun olarak belirlenen haritalar; sanayi devriminden itibaren önemli hale gelen petrol ve ona ulaşma çabaları gibi birçok siyasal, ekonomik sebepler, Ortadoğu’nun savaşlarla anılmasının nedenleridir.
Sömürgeleştirmenin avantajları olduğu da diğer savunulan bir görüştür. Bu son derece ideolojik açıdan bakılıp bilimsellik ile ilgili olmayan bir söylemdir. Sömürgeleştirmenin avantajları olduğu iddialarına karşılık sömüren ülkelerin çok daha fazla avantajı olduğu unutulmamalıdır. Hangi sebeple olursa olsun bilimsel açıdan başka bir ülkeye çeşitli dil karışıklıkları ve eğitim gibi nedenler söylemiyle sömürgeleştirmek kabul edilir bir olgu değildir. Japonya ve Güney Kore gibi ülkelerin eğitimde iyi olmalarının sebebi sömürge değildir. Hindistan geçmiş dönemlerde matematik gibi konularda önemli etkileri olmuştur. Dil sorunu sadece Hindistan değil birçok ülkede vardır. Hindistan’da şu an 21 adet resmi dil bulunmaktadır. Eğer İngilizce olmasaydı başka bir dil kullanılabilirdi. Aynı şekilde Çin gibi büyük nüfuslu ülkede günümüzde konuşulan 300’ yakın dil olmasına rağmen resmi dil Putonghua lehçesidir.
Hindistan’da bazı eğitim kurumlarının nitelikli bir eğitime sahip olması çevresel determinizmi ve sömürgeciliği haklı göstermemektedir. Bilim evrensel özellikleri olan bir insan faaliyetidir. Antik Yunanlılar ve İslam coğrafyasında gelişen bilim sayesinde ortaya çıkan birikimi Avrupalılar sahiplenmiştir. Bu durum Yunanlılar, Persler ve Arapların Avrupa’yı sömürgeleştirmesi hakkını tanımamaktadır. Gelişen bilimsel bilgide Mısırlılardan, Hintlilere kadar az veya çok katkılar sağlanmıştır. Eğer bu perspektiften bakılacak olursa Türkiye’nin İngilizler tarafından sömürgeleştirilmesi de hoş karşılanmalıdır. Eğer dünya üniversite sıralamasında ilk 100 ya da 200’ün içine girilemiyorsa İngilizler yardım etmediği için değil Türkiye’deki eğitim ile ilgili sorunlar olduğundandır. Nazi Almanyası’ndan kaçan birçok bilim insanı Türkiye’ye gelmiş ve eğitimde ilerlenmesine olumlu katkılar yapmıştır. Fakat eğitimde sorunlar çözülememiştir. Gelinen durumda bu sorunların sömürgeleştirme ile ilgili olmadığı açıkça ortadadır. Tam tersine eğer eğitimde ilerleme sömürgecilik ile ilgili olsa da yine bu durum haklı olduğunu ortaya çıkaramaz. Milyonlarca Afrikalının, Avrupalılar tarafından zorla çalıştırılması ve günümüzde modern bir şekilde devam eden sömürgecilik faaliyetleri bilim değil ancak ideolojik görüşleri haklı çıkarmaya çalışan, “bilim kisvesi adı altında” açıklamalar getirilen ideolojik bir görüştür.
Daron Acemoğlu ve James A. Robinson tarafından 15 yıllık çalışma sonucu ortaya çıkan ‘Ulusların Düşüşü’ adlı kitap özellikle modern çevresel determinizmin onlarca çelişkisini ortaya çıkarmakla kalmayıp olay ve olguların altında yatan sebepleri tek bir izm’le açıklamak yerine birçok perspektifi ortaya koymaktadır. Bu yapılırken getirilen açıklamalarında deterministik olduğu söylenmez. Kitabın giriş kısmında şunlar belirtilmektedir:
Ortalama bir Mısır yurttaşının gelir düzeyi, ortalama bir Birleşik Devletler yurttaşının gelir düzeyinin yaklaşık yüzde 12’si kadar ve ortalama yaşam süresi de 10 yıl daha az. Nüfusun yüzde 20’si ise büyük bir yoksul içinde. Bunlar kayda değer farklılıklar olsalar da, Birleşik Devletler ile nüfusun yarısının yoksulluk içinde yaşadığı Kuzey Kore, Sierra Leone ve Zimbabve gibi en yoksul ülkeler arasındaki farklılıklarla kıyaslandığında aslında gayet küçük kalırlar. Neden Mısır, Birleşik Devletler’e kıyasla bu denli yoksuldur? Mısır’ı daha müreffeh bir ülke olmaktan alıkoyan nedir? Mısır’ın yoksulluğu kalıcı mıdır yoksa üstesinden gelinebilir mi? Bu konu hakkında düşünmeye başlamanın en doğal yollarından biri Mısırlıların yüzleştikleri sorunlara ilişkin kendi söylediklerine ve neden Mübarek rejimine karşı ayaklandıklarına bakmaktır. Kahire’deki bir reklam ajansında çalışan 24 yaşındaki Noha Hamed, Tahrir Meydanı’ndaki protestolar sırasında görüşlerini açıkça ortaya koyuyordu: “Yozlaşma, baskı ve kötü eğitimden mustaribiz. Değişmek zorunda olan yozlaşmış bir sistemde yaşıyoruz.” Meydandaki bir başka protestocu, 20 yaşındaki eczacılık öğrencisi Mosaab El Shami de onunla aynı fikirdeydi: “Umarım yıl sonuna kadar seçimle gelen bir hükümetimiz olur, evrensel hak ve özgürlükler yürürlüğe konur ve ülkeyi saran yozlaşmaya bir son veririz.
Osmanlı imparatorluğundan kalan büyük sorunlar ve İngiliz sömürgesi yaşamış olan Mısır’ın tarihsel süreçlerle birlikte kötü yönetim, yolsuzluk, siyasi iktidarsızlık, demokrasinin yeterince olmaması, ekonomik kaynakların yöneticiler tarafından halk yerine kendi çıkar hedeflerine göre kullanımı ve başka çeşitli sebepler, Mısır’ın bu halde olmasının etkenlerindendir. Kitap, çevresel deterministlere cevap niteliğinde olduğu gibi diğer kaderci görüşlerinde argümanlarını çürütmektedir.
Sonuç
19. yüzyılda emperyalizmi haklı çıkarmak için savunulan çevresel determinizm niçin batı Avrupalı olmayanlar tarafından savunulur? Sıklıkla duyulan “coğrafya kaderdir” sözü aşağılama, tembellik, geri kalmışlık, kültürsüzlük ve sömürülmeyi hak etmek ile özdeştir. 19. yüzyılda çevresel deterministler için Ortadoğu’da bulunan ülkeler (Türkiye dahil) geri kalmış sahra altı Afrika ve Amerika kıtalarından çok farklı görülmeyip birbirine yakın kategorilerde değerlendirilmiştir.
Sömürgeciliği haklı çıkarmak için ortaya çıkan sosyal darwinizm ve çevresel determinizm sosyal bilimlerde 100 sene önce terk edilmiştir. Bilimsel hiçbir dayanağı olmayıp, günümüzde az sayıda araştırmacı tarafından savunulmaya çalışılmaktadır. 19. yüzyıl sonunda etkisi coğrafyanın içinde güçlü olan bu görüş, Avrupalılar tarafından terkedilmesine rağmen Türkiye coğrafya öğretiminde etkisi bir şekilde sürmektedir. Bu tezatlığa rağmen bilinçli ya da bilinçsiz şekilde coğrafya bilimin önemini anlatmak için söylenen coğrafya kaderdir sözü ideolojik bir görüş olarak terk edilmiştir.
Çevrenin belirleyiciliğinin tek ve en önemli olduğunun savunulmasının başka olumsuzlukları da bulunmaktadır. ABD tarafından Japonya’ya atılan atom bombası, Irak savaşında ölen 1 milyon insan, doğal afetler sonucu deprem sebebiyle kaybedilen hayatlar kaderdir denilerek açıklanamaz. Örneğin depremde yaşanan ölümlerin en büyük sebebi insan yapımı ve hatası olan binalardır. Japonya doğal afetlerin sık yaşandığı bir ülke olmasına rağmen bu kaderdir demeyerek teknolojinin de yardımıyla önlemlerini almaktadır. Ortaöğretim coğrafya eğitimi verilirken çevresel determinizm ya da coğrafya kaderdir sözleri öğrenciler tarafından içselleştirilmekte ve zihin haritası oluşmasına yardım etmektedir.
Coğrafya bilimi, bazı kaynaklarda “insan ve çevre arasında karşılıklı ilişkiyi inceler” şeklinde tanımlanır. Bu söylem eksiktir. Coğrafya daha genel olarak insan ve mekân arasındaki ilişkiyi incelemektedir. Mekân, fiziksel, sosyal, siyasal, kültürel, ekonomik ve tarihi özellikleri kapsamaktadır. Coğrafyacı çevreyle birlikte mekânın nasıl oluşturulduğu, kamusal mekân ve kadın ilişkisi, dezavantajlı gruplar, mekânın ekonomik olarak nasıl örgütlendiği, mekanlar arası eşitsizlik ve küreselleşmenin mekâna yansımasına kadar birçok konuyu araştırır. Fransa’da coğrafya eğitimi verilirken fiziksel özellikler, insan etkileri dahilinde anlatılmaktadır. Kıyı şekillerinin jeolojik ve jeomorfolojik özellikleri anlatılırken son 100 yılda insan faaliyetleri sonucu kıyının fiziksel değişimi de araştırılmaktadır. Fiziksel özelliklerle birlikte geniş bir perspektiften beşerî coğrafya eğitimi de verilmektedir. Farklı birçok perspektif yaklaşımı kullanılır.
Coğrafyaların insan yaşamında yadsınamaz bir gerçekliği olduğu ortadadır. Ancak bu etki tarihi, sosyal, siyasal, ekonomik ve kültürel ilişkileriyle ele alınması, bütüncül olarak sonuçların ortaya çıkmasına yardımcı etkenlerdir. Ancak hiçbirisi mutlak determinist olmayıp etkileyici nedenlerdir. Yukarıda çevresel determinizm harici anlatılan diğer determinist görüşlerin özelliği hepsinin kendisinin determinist görüş olduğunu vurgulamasıdır. Çevre, toplum, psikololoji, biyolojizm, hukuksal determinizm görüşlerinin hepsinin birden determinist olması mümkün değildir. Bu durumda ciddi çelişkiler ortaya çıkacaktır.
19. yüzyıl çevresel deterministlerinden farklı olarak İbn Haldun kendi çağının gereklilikleri dahilinde bir açıklama yapmıştır. Daha sonraki zamanlarda bu fikirler bilimsellikten çıkmış olduğu için İbn Haldun ile hiçbir ilgisi kalmamıştır. Çevresel determinizme getirilen eleştirilerin çoğunluğu 19. Yüzyıldan sonraki zamanı kapsamaktadır. İbn Haldun’un ünlü olan “coğrafya kaderdir” sözünü 21 yüzyıla uyguladığımızda “coğrafya etkiler” demek daha makul bir açıklama gibi gözükmektedir.
Coğrafyacı Richart Peet’in kısa sözü çevresel determinizmi özetlemektedir:
Çevresel determinizm, emperyal kapitalizmin ideolojisidir.
Kaynaklar ve ileri okuma
- D. Acemoğlu, J. A, Robinson, et al. (2014). Ulusların Düşüşü Güç, Zenginlik Ve Yoksulluğun Kökenleri. ISBN: 978-605-09-1889-2. Yayınevi: Doğan yayıncılık.
- Future Learn. Example 2: Environmental Determinism. (2019, Aralık 25). Alındığı Tarih: 25 Aralık 2019.
- A. Briney. What Is Environmental Determinism?. (2019, Temmuz 07). Alındığı Tarih: 25 Aralık 2019. Alındığı Yer: Thought | Arşiv Bağlantısı
- G. L. Hardin. Environmental Determinism: Broken Paradigm Or Viable Perspective?. (2009, Mayıs 26). Alındığı Tarih: 26 Aralık 2019. Alındığı Yer: East Tennessee State University | Arşiv Bağlantısı
- N. Yavan, et al. (2018). Making Human Geography In Turkey Under The Dominance Of Environmental Determinism. Journal of Thınkıng | Arşiv Bağlantısı, sf: 77-98.
- D. Correia. Environmental Determinism: Does Climate Control Our Destiny?. (2013, Ocak 24). Alındığı Tarih: 27 Aralık 2019. Alındığı Yer: Clımate & Capıtalısm | Arşiv Bağlantısı
- Encyclopedia. Determinism, Environmental. (2019, Aralık 14). Alındığı Tarih: 27 Aralık 2019. Alındığı Yer: Encyclopedia | Arşiv Bağlantısı
- Psychology Wiki. Environmental Determinism. (2019, Aralık 27). Alındığı Tarih: 27 Aralık 2019. Alındığı Yer: Psychology Wiki | Arşiv Bağlantısı
- C. Ballinger. Why Geographic Factors Are Necessary In Development Studies. (2011, Mayıs 26). Alındığı Tarih: 28 Aralık 2019. Alındığı Yer: Munich Personal RePEc Archive | Arşiv Bağlantısı
- J. Crevecoeur. Environmental Determinism. (2019, Aralık 28). Alındığı Tarih: 28 Aralık 2019. Alındığı Yer: Lapham’s Quarterly | Arşiv Bağlantısı
- D. Correia. Clımate Change Catastrophısm: The New Environmental Determınısm. (2020, Mart 01). Alındığı Tarih: 29 Aralık 2019. Alındığı Yer: The University of New Mexico | Arşiv Bağlantısı
- E. Bekaroğlu. Çevre I. (2019, Aralık 29). Alındığı Tarih: 29 Aralık 2019. Alındığı Yer: Ankara Üniversitesi | Arşiv Bağlantısı
- Wikipedia. Environmental Determinism. (2019, Aralık 19). Alındığı Tarih: 29 Aralık 2019. Alındığı Yer: Wikipedia | Arşiv Bağlantısı
- Y. Arı. (2017). Çevresel Determinizmden Politik Ekolojiye: Son 100 Yılda Dünya’da Ve Türkiye’de İnsan – Çevre Coğrafyasındaki Yaklaşımlar. Doğu Coğrafya Dergisi | Arşiv Bağlantısı, sf: 1-34.
- Z. Seskir. Toplumsal Belirlenimcilik Mi Teknolojik Determinizm Mi. (2017, Ocak 21). Alındığı Tarih: 29 Aralık 2019. Alındığı Yer: Düzensiz | Arşiv Bağlantısı
- Wikipedia. Determinizm. (2017, Aralık 14). Alındığı Tarih: 30 Aralık 2020. Alındığı Yer: Wikipedia | Arşiv Bağlantısı
- C. Şahin, et al. (2016). İbn Haldun’da Coğrafi Determinizm. Akademik Bakış Dergisi | Arşiv Bağlantısı, sf: 439-467.
- F. Gürbüz. (Yüksek Lisans Tezi, 2010). Toynbee’den Huntington’a Medeniyet Kavrayışı. Not: http://acikerisim.pau.edu.tr/xmlui/bitstream/handle/11499/2820/Feyruze%20G%C3%BCrb%C3%BCz.pdf?sequence=1&isAllowed=y.
- A. Özkaya. (2019). İnb Haldun Ve Ali Şeriati’ye Göre Çevresel Belirlenimcilik (Determinizm). Geoced | Arşiv Bağlantısı, sf: 5-10.
- U. Erözkan. İnsanlığın Korkulu Rüyası Olmuş 24 Salgın. (2018, Ağustos 24). Alındığı Tarih: 02 Ocak 2020. Alındığı Yer: Bilim ve Gelecek | Arşiv Bağlantısı
- Veryansın TV. Celal Şengör Iyice Uçtu, Kolonyalizmi Savundu. (2019, Ekim 26). Alındığı Tarih: 02 Ocak 2020. Alındığı Yer: Veryansın TV | Arşiv Bağlantısı
*Bu yazı Çağrı Mert Bakırcı editörlüğünde Ahmet Özkaya tarafından yazılmış olup 7 Ocak 2020 tarihinde Evrim Ağacı‘nda yayınlanmıştır.