26A Taksim kapanıyor
26/05/2020Kolektif 26A, sosyal medya hesapları üzerinden duyurduğu açıklamayla Taksim’de on yılı aşkın süredir Tel Sokak’ta hizmet veren kafesini kapattığını duyurdu. Açıklamada “Tüm 26A Taksim arkadaşlarını dostlarını, komşularımızı, ziyaretçilerimizi selamlarız. Ve bulaşık yıkayan, paspaslayan, bardakları dolduran, boşları toplayan gelmiş geçmiş tüm gönüllüleri de selamlarız” denildi. 26A Taksim kapandı ancak 26A Kadıköy Atölye ve Kafe açık.
26A’da kapıyı çalan herkesin öncelikle bir ziyaretçi olduğu düşünülüyor ve içeride de ne bir patron ve işçi ilişkisi ne de garson müşteri ilişkisi görmek mümkün değildi.
Kapitalist şirketlerin ürünleri yerine alternatif olarak düşünülen ve üretilen içecekler, yiyecekler ‘kar amacı güdülmeden’ ziyaretçilere sunuluyordu.
Haberi duyan birçok kişi sosyal medyada duruma dair çeşitli paylaşımlar bulunarak üzüntülerini dile getirdi.
Kolektif 26A tarafından yapılan açıklamanın tamamı şu şekilde:
Burada Başlayan Şey Bitmez!
Ağustos 2009’da her şeyin başladığı yerdeyiz, 26A Kolektifi’nin kendisini yarattığı yerdeyiz. Onbir senedir süren bu kolektif deneyimin ilk mekanını, Taksim 26A’yı kapatıyoruz.
Bilinmeyen bir gelecekte gerçekleşecek bir devrimi beklemedik. Şimdi burada bugünden başlayan bir devrimi seçtik deneyimlemek için. Özgürleşmeyi seçenler olarak hep beraber kararlaşarak işlettiğimiz, işçisiz-patronsuz gönüllü insiyatiflerin işlettiği kolektifi kurduk. Anarşist bir ekonomik modele ihtiyaç duyuyorduk ve yaşadığımız coğrafyada yaşanmamıştı böyle bir deneyim. Yola çıkmadan önce tarihteki yoldaşlara danıştık. Bakunin’e, Kropotkin’e sorduk; İberya’da kooperatifler kuran yoldaşlarımıza sorduk. Kendi tarihlerinde cevapladılar sorularımızı. Günümüzdeki onlarca deneyimden cesaretlendik, Zapatistalarla konuştuk kahve kooperatiflerini. Az bilgi, çokça cesaret ve korkuyla başladık basit bir çayı demlemeye, tostu pişirmeye.
İktidarların otoritesi için bencilce kullandığı sistemin bilgisine karşı yaşamın bilgisini çoğaltmak için paylaşmalıyız dedik. Şirketlerin işlemesi için rekabet gerekiyorsa, kolektifin işlemesi için dayanışma gerekli dedik. Yaşamı yeniden yaratacaksak dünyayı tersine çevirmeliyiz dedik. Demelerimiz günlerce sürdü, dedikçe dedik. Ama derken mekana bir şeyler ekledik veya çıkardık, çöpten bulduklarımızı dönüştürerek güzelleştirdik. Önce pratikledik, sonra o pratikte teoriyi bulduk ilk günden bu yana.
2009’da kendi kendine yetemeyen bir mekandı. Faturası kirası için kimimiz gündelikçilik kimimiz garsonluk yapıyorduk, “gün gelir kendini kurtarır”, “ekstra bir şey kazanmasın, bu bize yeter” diyorduk. Burada buluşuyor, burada yemeklerimizi yiyor, burada konuşup tartışıyorduk. İsteğimiz anarşist mücadeleleri kuvvetlendirmesiydi. Fanzinleri, dergileri, gazeteleri basabilsek, paylaşma dayanışma masaları kurabilsek yeterliydi.
Pratiğimizde kavramları birer birer yaşıyorduk. Emeği çok olanın az olan üzerindeki tahakkümünü tartışıyorduk. Barikatın sadece sokaklarda değil kültürel olarak da kurulması gerektiğini düşünüyorduk. Kültürel barikatlarımızla coca cola yerine limonatayı seçiyorduk. Bazen bizi incelemeye gelenlerle kendimizi deneysel bir mekanın içinde buluyorduk. Bunlara yavaş yavaş alıştık. Gelen gidenler çoğaldı, çevre mağaza ve marketlerdeki işçiler, liseliler, üniversiteliler… Ucuz olmamız bu geliş gidişleri arttırmıştı ve biz bunu istiyorduk. Her zaman ama her zaman çevre mekanların en ucuzu oluyorduk.
Chiapas’tan Zapatistaların kahvesini getirenler hem bizimle hem de Zapatistalarla dayanışma göstermiş oluyordu. Bavullarla gelen paket paket kahveler ve şimdilerdeki kadar çok olmayan birkaç kooperatifin ürünleri; zeytinler, zeytinyağları, turşular… Elden ele gelen ve mekanın raflarını dolduran kitaplar (O kitaplar şimdi 10 Ekim’de yaşamını yitiren, kolektifin daimi dostu Tayfun Benol adına kurulan kitaplığın raflarını doldurdu.) masalarımızda çaylar içilirken ve makarnalar yenilirken okunuyordu. Ve masalarımızın efsane örtüleri, kolektif dostlarımızla dünyanın birçok bölgesine armağan oldu. Atina’dan Berlin’e, Belfast’tan Cezayir’e, Oxana’dan Prag’a, Seul’den Toronto’ya bizleri ziyaret edenlerin armağan ettikleri müzikleri her çaldığımızda dinleyenler müzikleri istedi. Paylaşmak güzeldir. Biz de hep başkalarıyla paylaştık.
Masa masa ayrılıyordu mekan. Bir masada liseli gençler yaşamın yeni heyecanlarını yaşıyorlardı, sınav stresinden hem kurtuldukları hem de soru bankalarını çözdükleri masaları hep dağınıktı. Vizeler ya da finallere çalışan üniversiteliler ve anlamak için ideolojileri konuşup tartışanlar, okudukları şiirleri duvara yazanlar, fakülte fakülte Kocaeli’nden Edirne’ye çeşitli üniversitelilerin masaları. Adaletsizliklere karşı koymak için toplanan toplulukların toplantı masaları. İşçilerin eylem öncesi ya da sonrasında değerlendirme masaları, Cumartesi Anneleri’nin masaları, erkek egemenliğe karşı koyan kadınların döviz yazdığı masalar, LGBTİ dövizlerinin yazıldığı masalarla doldu mekanımız. Ama hiç oturmadı masalarımıza jandarma polis, otursa da kaldırdık. Tehdit edildik, belediye geldi ceza kesti, maliye geldi ceza kesti, çaldığımız müziklerle ilgili bile ceza kesildi. Faşistler saldırdı, polis saldırdı, sabah saatlerinde basıldık. Ama masalarımıza hep “biz” oturduk.
Haziran 2013’te Gezi Parkı’na koşturduk. Koşmak birkaç gün sürdü. Ama merdivenlere varınca basamaklarında dinlendik, bu her şeye değdi. 26A Taksim 7/24 açıktı. Dinlendi yorulanlar ve sarıldı yaralar. Börekler kekler pişti, koli koli taşındı nöbettekilere.
Temmuz 2016’da devletin hallerinden olağanüstü hal ile karşılaştık. Aynı sokaktaki karakol, sokağa girişi çıkışı kapattı. Yeni yollar açtık. Gelen yine geldi, çayını kahvesini içti. Hiç aksatmadan her gün yemek yemek için gelenlerimiz gelmeyi sürdürdü. Elindeki süpürgeyle erkek egemenliği temizlercesine sokakları her gün süpüren yeşilçam yıldızı Gönül’ün gazozu ve makarnası hazırdı masasında. Kapının önünde içtiği kahve sokağı kapatanlara nispetti adeta.
Üç bilemedin dört masanın geldiği o zor günlerde, kapatsak daha faydalı olacağı günlerde biz zararı seçtik ve hep açtık. Hatta “Sadece kafe yetmez, insanlar artık Taksim’e uğramıyorlar, etkinlik yaparsak uğrarlar.” diyerek boşalan üst katımızı Atölye olarak tuttuk. Fanzin atölyesi, stencil atölyesi, boyalar kartonlar bir yanda; diğer bir yanda kitaplar müzik enstrümanları; kara tahtanın olduğu aktarım odası ile bilginin paylaşıldığı aktarımlar yaptık. Dünyanın çeşitli bölgelerinden çağırdığımız anarşist yoldaşlarla sohbetler düzenledik. Düzenlenen sohbetler oldukça kalabalıktı.
Mayıs 2019’da rantsal dönüşüm her yeri yıkıyordu. Taksim de yıkılıyordu. Her yıkım sadece fiziksel değil sosyal bir dönüşümü de etkiliyordu. Biz de etkilendik ama değişmedik. Ekonomik daralma sosyal daralmayla beraber yorucuydu. Bizi hareket değil durmak yoruyordu, 26A Taksim’i de.
Mart 2020’de Korona Krizi başladı.
Biz çok kapattık 26A Taksim’i. Yaklaşık on kere kapattık. Yani gönüllüler olarak en az on kere kapatmayı konuştuk ve kararlaştık. Ama 26A Taksim adeta bir birey gibi konuşulan masalara oturdu, bizimle tartıştı, tek tek hepimizi tekrardan inandırdı, borca harca rağmen sürdürmeyi seçtirdi bize. Tekrar tekrar tadilatlara kalkıştık onun inancıyla, allem ettik kallem ettik sürdürdük. Şimdi de bekledik yine otursun masaya diye, oturdu da ve dedi ki “Her bitiş bir başlangıçtır. Artık bu yer olmuyor ama ben inanıyorum başka yerler olacak. Çünkü vazgeçmeyenler oldukça olur. Yaşasın yeni…”
Bugün 26A Taksim Kafe kapanıyor. 26A Kadıköy Atölye ve Kafe açık. Yani 26A sürüyor ve biz yüreğinde yeni bir dünya taşıyanlar hala inanıyoruz ona.
Tüm 26A Taksim arkadaşlarını dostlarını, komşularımızı, ziyaretçilerimizi selamlarız. Ve bulaşık yıkayan, paspaslayan, bardakları dolduran, boşları toplayan gelmiş geçmiş tüm gönüllüleri de selamlarız. Açıldığımız yıl tanışıp arkadaş dost olduğumuz, sonrasında 2010 senesinde kaybettiğimiz kağıtçı pomak İsmail’e ve 2018 senesinde kaybettiğimiz yeşilçam yıldızı Gönül’e sevgiyle.
#VazgeçmeyenlerOldukça!