Edebiyatta “salgın” var – Ahmet Özen Özpek

Edebiyatta “salgın” var – Ahmet Özen Özpek

07/04/2020 Kapalı Yazar: Ahmet Özen Özpek

Küresel salgın zamanlarında, virüs korkusu eşliğinde geçen günlerde ve gecelerde en çok ihtiyacımız olan, edebiyata sığınıyoruz. Tüm dünya belki de ilk kez bu denli küresel bir endişe ve huzursuz bekleyişi içindeyken, milyarlarca insan arasında yeniden bir empati seçeneği kurmalıyız.

Zaten edebiyatın bir görevi de metinler ve yaratılan karakterler aracılığıyla unutulan empatiyi geliştirmek, birbirimizi anlamaya yardımcı olmak değil midir? Bu salgın yorgun gezegenimizin yaşamsal ve çevresel anlamda fazlasıyla örselenmişliğinin isyanı ve çığlığı mı acaba diye kendimize sorabiliriz.

Önümüzde bilgisayar ekranları, elimizde akıllı telefonlar ve sanal hayatımızda, kendi çaresizliğimiz ve kırılganlığımızla baş başayız. Bu sonsuz ve kocaman evrende bir toz parçacığı olduğumuz gerçeği önümüze serildi.

Böyle salgın dönemlerinde  içe kapanışların edebî açılımlara dönüşme olasılığı oldukça yüksek. Özellikle belirsizliğin baskın olduğu dönemlerde kendimizi edebiyata bırakmak, kitap ve edebiyat dergilerini okumak, ruh ve zihin sağlığımıza yarar sağlayacak eserlere sığınmak bize ilham ve kuvvet verecektir.

Çeşitli salgın dönemlerinde veya bu dönemlerden ilham alınarak yazılmış, kurgu ve hikayelerden oluşan 12 kitabı sizler için derlemek istedik. Dünya edebiyatında büyük yankı uyandırmış bu eserleri okurken sizde kendinizi yeniden sorgulamak isteyebilirsiniz. Keyifli okumalar…


  • Salgın – Reşat Nuri Güntekin

Salgın, Cumhuriyetin ilk yıllarında, Anadolu”nun bir ilçesinde geçiyor. İlçeye bağlı ama ondan uzak bir köyde tanımlanamayan bir salgın hastalık başgösterir. Bunu önceleri çok umursamayan kaymakam ve yardımcısı, koltuk kaygısına düşünce duruma müdahale etmek isterler.

Madalyonun Ters Tarafı, Salgın”ın tam tersine, bir insan öyküsünü anlatıyor; sessiz, sakin bir kimyager olan profesör Celil Hıfzı Bey, dırdırcı ve gösteriş düşkünü eşi Sadiye Hanım ve Celil Hıfzı Bey”in adeta bir kopyası olan oğulları Rıfkı”nın öyküsünü…

Reşat Nuri’nin daha önce kitap olarak basılmış, sadece dönemin gazetelerinde tefrika edilmiş bu iki uzun öyküsünün en önemli özelliği, uzun yıllar önce yazılmış olmalarına rağmen günümüze de kolaylıkla uyarlanabilmeleri.

  • Decameron – Giovanni Boccaccio

Boccaccio’nun 1349-1353 yılları arasında yazdığı başyapıtı Decameron on gün boyunca anlatılan yüz öyküden oluşur. Günde on öykü anlatılır. Her günü bir kral ya da kraliçe yönetir. Yazar Decameron’un önsözünde kitabın özelliklerini açıklar, sevenlerin, özellikle de seven kadınların acılarını hafifletmeyi amaçladığını belirtir.

Decameron gelişmekte olan Floransa burjuvazisinin, işleri nedeniyle sık sık uzak ülkelere giden kocalarının dönüşünü beklemekle ömür tüketen kadınları için yazılmıştır.

Veba salgınından kaçmak için bir araya gelen yedi genç kadınla üç genç erkek ‘gönüllerince yaşayarak gülüp eğlenmek, aklın sınırları dışına taşmayan zevkler tadabilmek’ amacıyla, önce Fiesole dolaylarında bir evde, sonra da bir şatoda konaklarlar. Her gün (Cumartesi ile Pazar dışında) öğleden sonra, her biri bir öykü anlatır. Öykünün konusunu günün yöneticisi (kral ya da kraliçe) belirler. Birinci ve dokuzuncu günde ise, herkes istediği öyküyü anlatır. Böylece yüz öykü anlatılmış olur.

  • Veba – Albert Camus

Bu kitap “karamsar varoluşçuluğu” nedeniyle sıklıkla eleştirilir ancak böyle bir eleştiri Camus’nün başyapıtının özünü tümüyle gözden kaçırmak anlamına gelir. Bu kitapta öne çıkan, insanın acı ve umutsuzluğunu çekinmeden sergilemesine rağmen, evrensel bir insancıllık duygusudur. Bununla birlikte, öykü binlerce farenin Cezayir kenti Oran’ın sokaklarında ölmesiyle açılırken, bu duygu aşikâr olmaktan uzaktır. İnsanlar hastalanıp ölmeye başladıklarında, esnaf zihniyetli şehir yetkililerinin başlangıçtaki inkârlarına rağmen, vebanın şehrin başına bela olduğu anlaşılır.

  • Veba Yılı Günlüğü – Daniel Defoe

1722’de yazdığı ve 1665’de Londra’da yaşanmış olan veba salgınını anlattığı Veba Yılı Günlüğü doğal afetler hakkında kaleme alınmış en etkileyici edebi eserlerden biridir. İnsan doğasını çok iyi tanıyan, güçlü kalemi ve yalın üslubuyla pek çok konuda ilgi çekici eserler veren Defoe, İngiliz romanının kurucuları arasında yer alır.

  • Körlük – Jose Saramaga

Adı bilinmeyen bir ülkenin adı bilinmeyen bir kentinde, arabasının direksiyonunda trafik ışığının yeşile dönmesini bekleyen bir adam ansızın kör olur. Ancak karanlıklara değil, bembeyaz bir boşluğa gömülür. Arkasından, körlük salgını bütün kente, hatta bütün ülkeye yayılır. Ne yönetim kalır ülkede, ne de düzen; bütün körler karantinaya alınır. Hayal bile edilemeyecek bir kaos, pislik, açlık ve zorbalık hüküm sürmektedir artık. Yaşam durmuştur, insanların tek çabası, ne pahasına olursa olsun hayatta kalmaktır.

Roman, kentteki akıl hastanesinde karantinaya alınan, oradan kurtulunca da birbirinden ayrılmayan, biri çocuk yedi kişiye odaklanır. Aralarında, bütün kentte gözleri gören tek kişi olan ve gruptakilere rehberlik eden bir kadın da vardır. Bu yedi kişi, cehenneme dönen bu kentte, hayatta kalabilmek için inanılmaz bir mücadele verir. Saramago’nun müthiş bir gözlem gücüyle betimlediği bu kaotik dünya, insanın karanlık yüzünün simgesi.

Körlük, beklenmedik bir felaketi yaşayan bir toplumun nasıl çöktüğünün, nasıl bencilleştiğinin ve değer yargılarını yitirdiğinin hikâyesi anlatır.

  •  Kızıl Veba – Jack London

Kızıl Veba, medeniyeti dünya üzerinden silip süpüreli altmış yıl olmuştur. Hayatta kalmayı başaran bir avuç insan, vahşi yaşamın ortasında, kabileler halinde kendi medeniyetlerini ve toplumsal sınıflarını oluşturmuştur çoktan. Ancak sanattan bilime kadar her türlü bilgiden yoksundurlar. İlkel zamanlara geri dönülmüş, yaşam yine ‘yemek-çoğalmak-hayatta kalmak’ üçgenine hapsedilmiştir. Yetişen yeni nesil de dünyayı hurafelerden ibaret görmekte, her türlü batıla inanmaktadır. Yitip giden eski dünyanın sırlarını hatırlayan, hayatta kalan tek insan da yaşı artık bir hayli ilerlemiş olan Profesör James Howard Smith’tir ve onun da tek umudu yetişecek neslin bu barbarlığı, cehaleti ve umursamazlığı aşıp medeniyete yeniden erişmesidir.  Yaşlı adama kulak verin, o geçmişi ve yaşadığı günleri sadece torunlarıyla değil sizlerle de paylaşıyor. Medeniyet her bireyin ortak noktası…

Peki, ya Kızıl Veba gibi baş edilemeyen bir mikrop onun sonunu getirirse, geriye insanlığa dair ne kalır?

  • Mahşerin Dört Atlısı – Vicente Blasco Ibanez

Mahşerin Dört Atlısı, Hristiyanlıkta Kıyamet alameti olarak ortaya çıkacağına inanılan dört atlı. Yeni Ahit’teki Apokalips bölümüne göre, Kıyamet felaketlerini getirecek olan yedi mührün açılması ile birlikte ortaya çıkacaklardır.Beyaz at ve binicisi İsa’yı, Kızıl at ve binicisi kan ve savaşı, siyah at ve binicisi kıtlığı, soluk renkli at ve binicisi ise salgın hastalıkları ve ölümü sembolize eder.

Baş karakterimizden genç Julio Desnoyers bir Arjantinli.Babası Marcelo Desnoyers bir Fransız ve büyük babası Julio Madariaga bir İspanyol.Anladığınız üzere bir kültür karmaşası yaşanmaktadır. Kitapta, göçerlik, kaçışlar, tutulmalar, yakalanmalar, öz benliği bulma çabaları, aşklar, yasaklar, kimlik arayışları ve fiziksel, psikolojik, ülkeler arası olmakla beraber savaşın her türlüsü yaşanmaktadır.Savaşın bir aile üzerinden seyrettigi kaosa, değişimlere şahit oluyoruz.

  • Mahşer – Stephan King

“Mahşer, macera, aşk, kehanet, alegori, fantezi ve realizm öğeleriyle harmanlanmış harika bir roman.”

The New York Times Book Review biyolojik denemeler yapılan bir kuruluştan kaçan biri, kısa süre sonra domino etkisiyle insanların yüzde doksan dokuzunu yok edecek mutasyona uğramış ölümcül bir grip mikrobunu yaymaya başlar. Hayatta kalmayı başaran korku ve şaşkınlık içindeki bir avuç insan kendilerini kurtaracak bir lider arayışı içine girer. Ve iki aday ortaya çıkar… Colorado’da bir halkevi kurmakta ısrar eden 108 yaşındaki hayırsever rahibe Abagail ve kötülükten başka bir şey düşünmeyen, kargaşadan mutlu olan şiddet yanlısı “kötü adam” Randall Flagg… Yalnızca düşlerde var olabileceğini sandığımız karanlık bir hikâye…

  • Nişanlılar – Alessandro Manzoni

Savaşın, vebanın, kıtlığın pençesinde mahvolan bir şehir… 17. yüzyıl Milano’su. Çaresiz insanlar, çökmüş ve yozlaşmış bürokrasi, iyi kadar kötüyü de bünyesinde barındıran dini kurumlar ve kavuşma mücadelesi veren iki nişanlının nefes kesen öyküsü.

Alessandro Manzoni, dünyanın neredeyse tüm dillerine çevrilen, İtalyan edebiyatının başyapıtı sayılan ve çağdaş birçok düşünce akımını da etkileyen romanında, aşka, hayata, dine, kadere ve iktidara dair sorular soruyor ve okurla sıcak bir diyalog kurarak bu sorulara cevaplar arıyor.

17. yüzyıl İtalyası’ndan birçok kişinin serüvenini anlatırken, dönemin toplumsal, ahlaki ve ideolojik sorunlarını da kendine özgü bakış açısıyla değerlendiriyor. İlk kez 1834’te yayımlanan Nişanlılar uzun bir dönem tarihsel romanlara örnek teşkil etmiştir. Akıcı ve içten bir üsluba, yaşayan karakterlerin, yer yer mizahın da, eklenmesiyle roman akıp giderken, kendimizi geçmişe ait bir hikayenin değil de, sanki günümüzde yaşanan olayların içinde buluyoruz.

  • Ben Efsaneyim – Richard Matheson

Dünyadaki her erkek, kadın ve çocuk; geceleri ortaya çıkan, kana susamış yaratıklara dönüştü ve hepsi Robert Neville’in peşinde.Gündüzleri medeniyetin terk edilmiş kalıntıları arasında dolaşan Robert hayatta kalabilmek için yiyecek, kendini ve evini korumak içinse silah ve malzeme arıyor.

Bir yandan da kendisi gibi virüs bulaşmamış insanları bulma umudunu koruyor. Geceleri, evinde barikat kurup günün ağarması için dua ediyor. Ancak Robert’ın bilmediği bir şey var. Virüslü bir gölge her an hata yapmasını bekleyerek karanlıkların arasında onu izliyor. Peki bir insan, yaratıkların dünyasında tek başına ne kadar dayanabilir? Hayatta kalsa bile bu hayat yaşamaya değer mi?

  • Bedenlerin Göçü -Yuri Herrera

Meksikalı yazar Yuri Herrera, Bedenlerin Göçü’nde ölümcül bir salgının pençesine düşmüş isimsiz bir şehri anlatıyor. Sokaklarda ölümün kol gezdiği ama kimsenin ölüm korkusuyla hareket etmediği, insanların adlarından çok lakaplarıyla bilindiği suç kokan bir şehir burası. Hükümet “Endişelenecek bir şey yok” dese de halkı her türlü ilişkiden kaçınmaya, yerlerinden kıpırdamamaya çağırıyor. İnsanların bir kısmı eve kapanırken bir kısmı da randevuevlerine gitmeyi, kafayı bulup belaya bulaşmayı sürdürüyor.

Tüm bu karmaşanın içinde iki mafya ailesi birbirlerinin çocuklarını esir tutuyor. Bedenlerin takasını ayarlamaksa bir zamanların avukatı, şimdinin sorun çözücüsü Elfekkak’ın omuzlarında. Hikâyeler katman katman çözülürken iki ailenin gizemli geçmişini öğreniyor, Elfekkak’ın iç çatışmalarına ve suçla kaynayan bir şehrin doğasına tanıklık ediyoruz.

  • Güzellik Salonu – Mario Bellatin

Kadın giysileri giymekten hoşlanan bir anlatıcının sahibi olduğu güzellik salonu, zamanla salgın hastalıklardan mustarip, hastanelerde hor görülen, Homokatilleri Çetesi’nin saldırılarına maruz kalan ve toplum dışına itilen erkek hastalar için bir bakımevine dönüşüyor. Kendisi de hasta olan anlatıcının biricik uğraşıysa, özenle dekore ettiği akvaryumlarda balık beslemek.

New York Times’ın Camus’nün Veba’sını ya da Saramago’nun Körlük’ünü çağrıştırdığını belirttiği Güzellik Salonu, hastalık, ölüm, yoksunluk ve egemen cinsiyet kavrayışını sorgulamamızı sağlayan, sarsıcı, huzursuz edici bir roman.