Mülteciler; yine savaşın bedelini ilk ödeyenler – Ahmet Kavruk
02/03/2020Günlerdir televizyonlarda ve sosyal medyada Türkiye’den Avrupa’ya gitmek için otobüslerle Yunanistan sınırına giden, Ege’yi aşmak için botlara doluşan insanları izliyoruz. Bir yerden başka bir yere göçmeye alışmış, gittikleri her yerde nefrete maruz kalmaktan artık nerede nasıl karşılandıklarını da pek umursamaz olmuş insanlar; mülteciler, yine savaşın bedelini ilk ödeyenler oluyor.
İktidar, Suriye’de yaşadığı krizi hem içeride hem de dışarıda fırsata çevirmek için Türkiye’de mültecileri bir koz olarak kullanmanın hesaplarını yapıyor. Siyasi çıkarları için insanlığı ayaklar altına almaktan çekinmeyen iktidar, kadın-çocuk, genç-yaşlı demeden binlerce insanı bir bilinmezliğe ve ölüme gitmeye teşvik ediyor. Suriyeli mülteciler için iktidar dün “sizleri, misafir etmenin memnuniyeti sevinci ve haklı gururu içerisindeyiz”, “sizler muhacir oldunuz, bizler ensar olduk”, “kim ne derse desin bize asla yük değilsiniz” gibi laflar ederek toplumdan oy toplamaya çalışırken ülkede mülteci düşmanlığı artınca mültecilerden kurtulmanın hesabını yapıyor. Ne yazık ki toplumsal muhalefet de bugün durumu tersine çevirecek bir akla ve güce sahip değil. İktidar, “kapıları açtık” diyerek hem mülteci düşmanlarının beğenisini kazanıyor hem de Avrupa’ya karşı mültecileri bir koz olarak kullanıyor. Binlerce insanı kendi belediyelerinden ayarladığı otobüslerle sınıra taşıyor daha sonra da kaçakçıların eline bırakıyor. Tüm bunları da onlarca ulusal televizyon kanalı canlı olarak yayınlıyor. Ülkenin resmi televizyon kanalı Arapça versiyonu sosyal medya hesabından ‘mülteciler için kaçak yollardan Avrupa’ya gidiş güzergahı’ yayımlıyor.
Hiç savaş görmemiş insanlar kötülük zincirinin haklarını birer birer tamamlıyor
Tabi, haberleri duyan taksiciler, dolmuşçular ve otobüsçüler de hemen umut tüccarlığı yapmaya başlıyor. Sorsan ekmek paramızı kazanıyoruz diyecek ve hayatında hiç savaş görmemiş insanlar kötülük zincirinin haklarını birer birer tamamlıyor. Ardından; Esenler otogarında bir muavin “Nuh’un gemisi kalkıyor. Son gemi. Kurtuluş için son gemi kalkıyor” diyecek cesareti bulabiliyor. Daha çok değil 5 sene önce Aylan bebeğin haberini yapan televizyon kanalları da tüm bunları bugün bir film sahnesi gibi sanki geçmişte hiçbir şey olmamış gibi canlı olarak yayınlıyor.
Ülkelerindeki savaştan kaçtıktan sonra şimdi de Türkiye’deki linçten ve yıllardır içinde bulundukları sömürü düzeninden kaçarak ‘Amerikan rüyasının’ bir başka versiyonu umuduyla Avrupa’da daha iyi bir hayat kurma sınıra giden insanlara ise Avrupa’nın açık bir kapısı yok. Refahı için kendisi dışında dünyanın geri kalanını ateşe vermekten çekinmeyen Avrupa ülkelerinin kapılarını kapattığı yetmezmiş gibi tehdit olarak gördüğü genciyle yaşlısıyla binlerce insanı biber gazıyla karşılıyor. Öte yandan Avrupa’ya denizden botlarla geçmeyi deneyenleri daha tehlikeli bir yolculuk bekliyor. Hava koşulları ve kalabalık binilen botlar bir kenara, Yunan Sahil Güvenliği ya da maskeli siyah giyimli kim olduğu belirsiz kişiler tarafından denizin ortasında botun batırılma riski var. Sorun tüm bunları atlatınca da bitmiyor; deniz kenarlarında da “buraya gelemezsiniz geri dönün” diyen ‘misafirperver Avrupalı insanlar’(!) mültecileri bekliyor.
“Bir ihtimal daha var ölmek mi dersin”
Bir yolunu bulup Avrupa’ya gidemeyen ya da artık bir yere gitmek istemeyen insanlara ise –Maraş’ta, Samsun’da- 6-7 Eylül olaylarını andıran saldırılar yapılmaya başladı. Gidecek olana bedava bilet sözü veren ama kalacaklardan da ‘şehitlere sahip çıkmasını’ bekleyen vatan-millet sevdalıları ve ‘kim bu cennet vatanın uğruna olmaz ki feda’ sözleri zihnine kazımış milliyetçiler bir yana, bir yandan da ekmek üzerinden ümmet edebiyatı yapan kesimin mültecilere vefa gördüğü tek şey “bir ihtimal daha var ölmek mi dersin”! Elbette sınırdaki insanlarla dayanışmak isteyen insanlar da kötülükten nasibini alıyor. Mesela; sosyal medyada mültecilerle dayanışma mesajı yayınlayan insanlar linç edilebiliyor ve korkudan mesajlarını kaldırabiliyorlar. Bir süredir mültecilere karşı ekilen kötülük tohumları filiz verirken, aynı zamanda yeni kötülüklerin de tohumları ekilmiş oluyor. Adeta artarak büyüyen bir kötülük sarmalı…
Tüm bu olayların ortasında her şeye rağmen o gülen küçücük çocukların, yüzlerindeki endişe, korku ve asılı kalmış gözyaşları peşimizi ömür boyu bırakmayacak. Tabi küçücük çocuklara da diyecek sözü var kimi insanların. “Hem mülteci olup hem de çocuk mu yapılırmış” diyor kimileri! Kalplerini kötülük kaplamış bu kişiler, meselenin fakir olmakla, göçmenlikle, psikolojiyle ve Ortadoğu kültürüyle olan bağlantısını ya görmüyor ya da görmezden geliyor. Her şeyden öte insanı anadilini, rengini, ülkesini, annesini ve babasını seçemediği gerçeğini yok sayıyorlar.
Sonuç olarak;
İktidar bugün kendi geleceği uğruna kedisiyle beraber dayanışma, hoşgörü gibi en temel toplumsal değerleri çürütüyor. Toplumda düşmanlık yaratan milletçilik tohumları ekiyor. 1864 yılından sonra yaşanan Çerkes Sürgünü, 1877-1878 yıllarındaki Osmanlı-Rus Savaşı’ndan ya da 1912-1913 yıllarındaki Balkan Harpleri’nden sonra yaşanan göç veya Cumhuriyet’in kuruluş yıllarında olan nüfus mübadelesi, 1071 yılında Türklerin Anadolu’ya gelmesinden ya da bugün Suriyelilerin Türkiye’de yaşaması birbirlerinden apayrı durumlar değildir. Bu topraklarda kim birinin göçmenlikle hiçbir bağının olmadığını söyleyebilir! Bu toprakların tarihindeki göçmenlik gerçeğine herkesin bir dönüp bakması ve gerekli dersleri çıkarmasında yarar var.